Kaf Dağı

Kaf Dağı

Dünyanın etrafını çevreleyen, bütün dağların köklerinin yerin derinliklerinde ona bağlı olduğuna inanılan, büyük bir kısmı suyun altında, okyanusların derinliklerinde bulunan, her sabah güneş doğduğunda güneş ışınlarının üzerine düşmesiyle yansımalarının yeşil göründüğü, Anka’nın da üzerinde yuva kurduğu kabul edilen efsanevî dağ.[1] Kâf Dağı, Eskilerin inanışına göre; yeryüzünün en uç noktalarını kaplayan, gökyüzünün kenar noktalarının üzerinde yükseldiği, yerkürenin etrafını çevreleyen ve yerlerin çivisi olarak kabul edilen dağın adıdır. Bu dağın yeşil zümrütten yaratıldığı, gökyüzü rengini yansıttığı, gökyüzünün renginin gerçekte beyaz olduğu, bu renklerin yansımalarıyla masmavi bir görüntü verdiği ifade edilir.[2] Bu yüzden Kâf Dağı’nın bir diğer adı da “Kûh-i Ahder: Yeşil Dağ”dır. Kâf Dağı eteklerinde; biri doğusundan bu dağa bitişen Câbelkâ, diğeri de batı tarafından bu dağa sınır olan Câbelsâ şehirleri bulunur.[3]

Sa’dî-yi Şîrâzî

Rivayete göre; Zülkarneyn, Kâf Dağı’na gitmiş, etrafında küçük dağları görmüş. Dağa: “Sen kimsin?” diye sormuş ve ondan: “Ben Kâf’ım” cevabını almış, etrafındaki dağları sormuş: “Onların kendisinin damarları olduğunu, yeryüzünde deprem olacağı zaman onlardan birini kıpırdattığını ve depremin gerçekleştiğini” söylemiş. Bazı tefsirciler; Kur’ân’ın, “Kâf” adını taşıyan sûresinin bu dağla ilişkili olduğu kanısındadır. Ömer Hayyâm, Nevrûznâme’sinde; Kâf’a kutsal bir nitelik vererek Allah’ın onu şeytanlardan korumak için dört melek görevlendirdiğini ifade eder. [4]

Mevlânâ Celâluddîn

Bazı araştırmacılara göre Kâf, Elburz Dağı’dır. Her iki dağ ile ilgili anlatımlar birbirine yakın içeriktedir. Bu dağ, bütün yücelikler ve üstünlüklerin kaynağı, Tanrı Mihr’in makamı, aydınlık, mutluluk ve huzur yuvası, güç ve kutsallık simgesidir. Sûfîler Kâf Dağı’nı; “gönül ülkesi”, “can ve gerçeklik dünyası” ve “Sîmorğ’un makamı” olarak kabul ederler. Sâlik’in tek ve en büyük hedefi oraya erişmektir. Ancak bu yolculuk alabildiğine zorlu ve engebeli yollardan geçmektedir. Bütün bu sıkıntıları aşmak için sabır, dayanma gücü ve gayret gerekir. Gerçekte Ferîduddîn-i Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı bu çetin yolculuğu kaybolmadan tamamlayıp hedefe ulaşmayı sembolize ederek anlatır. Mevlânâ onu, bazen Allah’ın yüce sıfatlarının tecellî şekillerinden biri olarak niteler. Fars edebiyatında Kâf, mitolojik bütün geçmişi ve içeriğiyle Anka ve Sîmorğ’un ülkesi olarak algılanır. [5]

Ferîduddîn-i Attâr

Ferîduddîn-i Attâr

Mitolojilerde temel ögelerden biri olarak yer alan dağlar, yaratıcıyla aralarında var olduğuna inanılan ilişkilerden dolayı kutsal ve gizemli varlıklar olarak dikkat çekerler. Doğanın derinlikleri ve göklerin yüceliklerine uzanan bu ögeler, yerler ile gökler arasında irtibat kurma yolu olarak insanların zihinlerinde göklere yükseliş kapılarının bulunduğu makamlar olarak algılana gelmiş, buradan hareketle göklere açılan kapılar, göklere yükselme araçları, öteler dünyasına erişme basamakları olarak kabul edilmişlerdir. Bu mitolojik boyutlarıyla dağlar sadece İranlıların değil, diğer milletlerin de dikkatlerini çekmiş ve önemli mitler arasında yer almıştır. Birçok milletin mitolojilerinde dağlar; tanrılar, kutsallar, azizler, abid ve zahitlerin makamları olarak yer almışlardır. Mazdeist inanışa göre; kötülüklerden arınmış dünyanın ve güzel yaratılışın koruyucusu Surûş’un bin sütunlu makamı, dağların zirvesinde bulunmaktadır. Anahita, insanların işlerini bir dağın doruklarından yönlendirir. Yeştlerde; Anahita’dan söz edildiğinde, onun için adanan kurbanların dağların tepelerinde kesildiği aktarılır. [6]

Gılgamış efsanesinde, Babil tanrıları kutsal dağlarda bulunmaktadır. Yunan tanrıları da Olympus Dağı’ndadır. Zâmyâd Yeşt’te; dağlar sayılıp övüldükten sonra “Ferr-i keyânî” övgülerle anılır. Bu ilahî ödülün cennetlerden dünyaya gönderildiği ve dağlarda tecellî ettiği ifade edilir. [7]

Mitolojilerde özel bir yeri olan dağlar, yerleri göklere bağlayan ögeler olarak tanrıların güçlerini simgelerler. Bu simgesellik bütün kutsal alanlarda; örneğin kilise sütunlarında, ehram burçlarında, mescit minareleri ve dergahlarda hep görülür. Bu yüzden bazı eski dünya inanışlarında dağlar, tanrıların yerleri olarak kabul edilmiştir. Hint rivayetlerinde de dağ, tanrıların güçlerinin simgesidir. Yunan mitolojisinde Olympus Dağı, gök tanrılarının yeri ve kutsallığın simgesidir. Mazdeist inanışa göre kutsal Elburz Dağı, yerkürenin merkezinde yerler ile gökleri birleştiren noktada bulunur. Rivâyet-i Pehlevî’nin ifadeleriyle, iyilerin ruhları oraya gidip yerleşmektedir. Bu dağda tanrısal güçler egemendir. Şeytanlar oraya yol bulamazlar. Oradakiler soğuktan ve sıcaktan rahatsızlık duymaz, hastalık, ölüm ve şeytanların kötülüklerinden uzak yaşarlar. Bundehişn’e göre; ölülerin ruhları Elburz Dağı’na çıkar ve orada tanrı Reşn kıyamet günü terazisini Elburz’un zirvesine kurarak insanların iyilikleriyle kötülüklerini tartar. Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ında güneşi simgeleyen Sîmorğ’un yuvası Elburz Dağı’nın zirvesinde bulunmaktadır. [8]

Özellikle Şâhnâme’de ve Nizâmî-yi Gencevî’nin dizelerinde; Kâf Dağı, son derece dikkat çekici özellikleriyle anlatılır. Eski İran’da son derece kutsanan Âzerfernbağ, Âzergoşesp ve Âzerborzînmihr gibi âteşkedelerin dağlarda bulunması da dağ unsurunun söz konusu önemini göstermektedir. Bunlardan daha genel ve dinlerin ortak noktalarından olan örneğin; Zerdüşt, Musa ve Hz. Muhammed gibi peygamberlerin hayatlarında ve peygamberlik görevleri sırasında dağlarla olan çok sıkı ilişkileri ve dağların onların dinî hayatlarındaki rolleri de son derece dikkat çekicidir. İran mitolojisinde aynı zamanda ilk insan olarak kabul edilen Keyûmers’in makamı da dağlardır. [9]

Firdevsî

Ferîduddîn-i Attâr

Tevrat’ta; dağlar, kutsal makamlar arasında sayılmakta, tanrısal ruhların makamı olarak kabul edilmektedir. Fars edebiyatında da dağlar; gizemli, kutsal makamlar ve kutsallığın merkezleri olarak algılanır. Mazdeist inanışta kutsanan ögeler arasında yer alan dağlar hep övülen nesnelerden olmuşlardır. Bu arada dağlarla birlikte dağlarda yer alan mağaralar da çeşitli dinlerde kutsanan yerler arasındadır. [10]

Gerek mitolojik devirlerde meydana gelmiş mitlerde, gerekse daha sonra ortaya çıkan mitolojik parçalarda dağlar ve taşlara yakın olmak, onların oluşmasını sağlamış olan Tanrıya veya tanrılara yakın olmak anlamına gelir. Dağlarla birlikte çeşitli taşlar da kutsal sayılır. Mitolojik çağlarda Tanrı yeryüzünü yarattıktan sonra bir taşın üzerine oturmuştur. Tanrı’nın üzerine oturduğu, yaratılış sembolü olan ve dünyanın merkezini meydana getirdiğine inanılan taş kutsaldır. Kâf Dağı da, bu yüzden kutsal sayılmıştır. İnsan zihni bu dağların üzerinde bir de Anka’yı düşünmüştür. Kuşlar kanatlı hayvanlardır, uçarlar. Kuşların bilinmeyen esrarengiz bir atmosferde bu dünya arasında haber getirip götürdüklerine inanılır. Kâf Dağı’nda da böyle bir kuş oturmakta ve her tarafa hükmetmektedir. Dağlar, tanrılar tarafından yerli yerine konuldukları için kutsanmış, ayrıca yüksekliklerinden dolayı da her zaman saygı görmüşlerdir. [11]

Kâf Dağı’yla ilgili eski İran kaynaklarından alıntılayarak önemli ölçüde bilgiler veren Mutahhar b. Tâhir, eskilerin Kâf Dağı’na Elburz Dağı adını verdiklerini aktarır. Kur’ân’daki Kâf Sûresi adıyla bilinen sûrenin ilk kelimesinin “kâf” olması da özellikle Kur’ân yorumcularının dikkatlerini çekmiş, tarih boyunca Kâf ve o bölgeyle ilgili efsanevî anlatılar önemsenmiş, tefsir alanında kaleme alınmış eserlere de girmiştir. [12]

 

[1] Kedkenî, Mantıku’t-tayr-i ‘Attâr, s. 533; Luğatnâme, “Kâf”, XXXVIII, 103.

[2] Yakût, Mu’cemu’l-buldân (w), s. 6; Furûzânfer, Şerh-i Mesnevî, II, 489; Ferheng-i Esâtîr, s. 337; Şemîsâ, İşârât, II, 886; Kedkenî, Mantıku’t-tayr-i ‘Attâr, s. 533; Luğatnâme, “Kâf”, XXXVIII, 103.

[3] Ferheng-i Esâtîr, s. 337; Luğatnâme, “Kâf”, XXXVIII, 103.

[4] Ferheng-i Esâtîr, s. 337.

[5] A.g.e., s. 337-338.

[6] Caferî Kemânfer, Fatıma-Mudebbirî, Mahmûd, “Kûh ve Tecellî-yi Ân Der Şâhnâme”, Pejûhişhâ-yi Edebî, I/2 (Tahran 1382 hş.), s. 63-64.

[7] Caferî Kemânfer, Fatıma-Mudebbirî, Mahmûd, “Kûh ve tecellî-yi Ân Der Şâhnâme”, Pejûhişhâ-yi Edebî, I/2 (Tahran 1382 hş.), s. 64.

[8] Zumurrudî, Edyân ve Esâtîr, s. 167.

[9] A.g.e., s. 168.

[10] Zumurrudî, Edyân ve Esâtîr, s. 173.

[11] Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar, s. 37.

[12] Kedkenî, Mantıku’t-tayr-i ‘Attâr, s. 534.

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir