SEVGİYE EVET, LÂNETE HAYIR

SEVGİYE EVET, LÂNETE HAYIR

Prof. Dr. Sayın DALKIRAN

İster tarihte ister günümüzde sık sık karşılaştığımız ve birlik ve beraberliğimizin en büyük düşmanı kötü sözlerdir ki onların da en başta geleni lânet sözcüğüdür. Rahmetten kovulma anlamındaki lânet, milletin ve vatanın bekası için şiddetle kaçınılması gereken bir durumdur. Lânet bir şey kazandırmaz iken çok şey kaybettirir. Bu konuda Allah Rasulü’nün sözlerini aktararak konunun önemine dikkat çekelim.

Hz. Resûlullah (s.a.v.)’ın genel ifadelerine bakılacak olursa o, rahmet peygamberidir ve lânetten istisnalar hariç şiddetle kaçınmış ve başkalarını da sakındırmıştır. Pek çok mümin tanımı yapan Hz. Peygamber bir tarifinde de şöyle demektedir: “Mü’min ne ta’n edici, ne lânet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayâsızdır.” (Tirmizî, Birr 48) Mümin gerçekten kibar insandır, daha doğrusu öyle olmalıdır. Hz. Peygamber’in bu hadîsine uygun yaşayan bir mümin asla başkasına zarar vermez. Onu sözlü veya fiili olarak kırmaz. Hadîste sözü edilen ta’n hoş görmemek, kötülemek, birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek ve küfretmek anlamlarına gelmektedir.

Demek oluyor ki mümin, bir başka mümin kardeşini rencide etmekten uzak durur. Onu hoş görür, lüzumsuz yere kötülemez, gizli olan ayıp ve kusurlarını araştırmaz bilakis hata ve kusurlarını gizlemeye gayret eder ve özellikle de diline sahip olarak ya hayır söyler ya da susar. Ayrıca mümin gereksiz yere dilini lânete alıştırmaz ve asla da küfretmez. Zira Hz. Peygamber şu ifadeleri ile bunu yasaklamış ve böylelerinin akıbetinden haber vermiştir: “Lâneti çok yapanlar Kıyâmet günü şefaatçi olamazlar, şehid de olamazlar.” (Müslim, Birr 85)

Resûlullah Efendimiz, ashabına dolayısıyla da tüm ümmetine kendi aralarında lânet ederek bedduâda bulunmamaları yönünde tavsiyelerde bulunmuşlardır. Bir ifadesi şöyledir: “Birbirinize, Allah’ın lâneti, Allah’ın gadabı ve cehennem temennisiyle bedduâda bulunmayın.” (Ebû Dâvud, Edeb 53) Ayrıca tabiat olaylarına da lânet edilmemesi, küfredilmemesi için de uyarılarda bulunduğuna ilişkin bir olay şöyle anlatılır: “Bir kişinin ridasını rüzgâr savurmuştu, tutup rüzgâra lânet etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müdahale buyurdu:

“Sakın rüzgâra lânette bulunmayın. O memurdur, (Allah’ın emriyle) iş görmektedir. Şunu bilin ki, kim bir şeye haksızlıkla lânet ederse, lânet kendisine döner.” (Tirmizî, Birr 48)

Bu hadîs bize birkaç hususu hatırlamamıza neden olmuştur. Onlardan biri gördüğümüz görmediğimiz her bir varlık Allah’ın bir memurudur. Memur olması hasebiyle de sadece ve sadece Allah’tan aldığı emirleri yerine getirir. Bundan dolayı da insanın o memura diyecek bir sözü yoktur. İnsan da bir memurdur, ancak insan sınava tabi tutulduğu ve tutulacağı için kendisine akıl ve irade verilmiş ve bu sayede iyiyi ve kötüyü bir birinden ayırmak durumundadır. Kur’ân’da her bir şeyin Allah’ı bildiği ve tanıdığı, O’nu tesbih ettiğinden söz edilirken insanların bir kısmının itaat içinde oldukları da haber verilir. Sonuç olarak her şey Allah’ı bilir ve onun verdiği emirleri bihakkın yerine getirirken insan bu çizgiden dışarıya çıkabilmektedir. Öyle ise insan işi sadece Allah’ın verdiği emirleri uygulayan musahhar bir memuru olan rüzgar ve diğer nesnelere asla lânet etmemelidir. Bir diğer hadîste de şöyle buyrulur: “Bu rüzgâr, Allah’ın rahmetindendir. Rahmeti de, azabı da getirir. Onu görünce, sakın ona sövmeyin. Allah’tan rüzgârın hayr (getirmes)ini dileyin, şerr (getirmes)inden Allah’a sığının.” (Ebû Dâvud, Edeb 113)

Bazı kişilerin lânetine ve lânet talebine Hz. Peygamber’in zaman zaman karşı çıktığı da görülmektedir. Mesela Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre, Kays’tan bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü! Hımyer’e lânet et!” der. Aleyhissalatu vesselam ondan yüzünü çevirir. Adam aynı talebi tekrar edince, Aleyhissalatu vesselam, “Allah Hımyer’e rahmet kılsın. Onların ağızları selam, elleri yiyecek, kendileri de emniyet ve iman ehli kimseler!” buyurdu.” (Tirmizî, Menakıb, (3985))

Bu hadîste ifade edilen çok önemli bir husus daha vardır ki o da lânet edilen lânete müstahak değil ise, lânetin lânet eden kimseye geri dönmesidir. Bu gerçekten son derece tehlikeli bir durumdur. Bunun için insan Hz. Resûlullah’ın da buyurduğu gibi dilini kesinlikle lânete alıştırmamalıdır. Lânet edilmez ise kaybedilecek bir şey yoktur. Ancak lüzumlu lüzumsuz yere lânet edilirse, kaybedecek çok şey vardır.

Bir diğer husus da ölüleri rahmetle anmak, onların iyiliklerini zikretmek ve onlara dil uzatarak küfretmemektir. Hz. Aişe’den yapılan bir rivâyette Efendimiz şöyle buyururlar: “Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine kavuştular.” (Buhârî, Cenâiz 97). Evet, hadîste de ifade edildiği gibi, ölüler dünyada ne yapmışlar ise onların karşılıklarını göreceklerdir. Öyle ise onlara lânet ederek, onlara küfür dolu sözler söyleyerek geride kalanlarını üzmemelidir. Bu konuda Resûlullah şöyle der: “Ölüler hakkında kötü konuşmayın, sonra dirileri üzersiniz.” (Tirmizî, Birr 51). Ayrıca “Ölülerinizin iyiliklerini zikredin, kötülüklerini zikretmeyin.” (Ebû Dâvud, Edeb 50) ifadesi ile bize ölüler hakkında konuşmak gerekiyor ise iyi yönlerine temas etmeği, kötülüklerini konuşmamayı tavsiye etmektedir. Dolayısıyla mümine düşen ya hayır söylemek ya da susmaktır. (Müslim, Îmân, 74, 75.)

Günümüzde en çok muhtaç olduğumuz şey birlik ve beraberliktir. Bir ve beraber olmak için de ortak değerlerimize sahip çıkmak ve farklı görüş ve düşüncede olan kimselere düşmanlık etmeksizin sevgi ve saygı prensibi ile hareket etmenin lüzumu açıktır. Bir söz vardır, “karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak.” Dolayısıyla lânet ve küfür sözleri ile kişileri kaçırmak yerine, sevgi ve muhabbet ifadeleri ile ortak paydada birleşmek ve asıl düşmana karşı güçlü olmak kurtuluşumuz ve mutluluğumuz için çok önemlidir. Şeytana gece gündüz lânet etmek yerine bir defa içtenlikle Allah denilse ve zikredilse çok şey kazanılır. Lânetsiz, küfürsüz bir hayattan uzak, sevgi ve muhabbetle dolu bir yaşam dileklerimle.

 

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir