İngiltere’nin Tarihsel Kıbrıs Stratejisi ve Türkiye’ye Etkileri

İngiltere’nin Tarihsel Kıbrıs Stratejisi ve Türkiye’ye Etkileri

İngiltere’nin Kıbrıs Stratejisinin Tarihsel Gelişimi

İngiltere’nin Kıbrıs’a yönelik stratejisi, 1878’den günümüze uzanan dönemde değişen küresel
konjonktür ve bölgesel çıkarlar doğrultusunda evrilmiştir. Başlangıçta Osmanlı İmparatorluğu’ndan
kiralanan bu ada, Birinci Dünya Savaşı’nda resmen Britanya sömürgesine dönüştü. İngiliz
hükümeti, Kıbrıs’ı Süveyş Kanalı üzerinden Hindistan’a giden deniz yolunu koruyan stratejik bir üs
olarak gördü. Gerçekten de iç yazışmalarda, “Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ile ilgili herhangi bir
harekatta aktif rol oynaması” gerektiği vurgulanmış; 1954-59 yıllarında adaya 40–50 milyon sterlin
yatırım yapılarak RAF ve kara birlikleri için üs tesisleri geliştirildi. Bu dönemde Londra yönetimi
Enosis (Rumların Yunanistan’la birleşmesi) taleplerine kesinlikle karşı çıktı: 1953’te Dışişleri
Bakanı Anthony Eden, Yunan Başbakanı Papagos’a Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesine “asla” izin
vermeyeceklerini bildirdi. İngiltere’nin bu ilk dönem stratejisi, kaba bir biçimde “böl ve yönet”
siyasetine dayanmaktaydı. Hükümet iç belgeleri, 1950’lerden itibaren Türk ve Rum halkı arasında
yapay farklar yaratmaya çalıştığını açıkça ortaya koyar: Britanya büyükelçisi 1950’de Ankara’ya
gönderdiği raporda “Türk kartının tehlikeli ama içinde bulunduğumuz durumda kullanışlı”
olduğunu yazmıştı. İngiliz yönetimi, Enosis hareketini engellemek için Rum polisinin yerine Türk
polisini devşirerek iki toplum arasındaki gerginliği tırmandırdı. Bu çabaların sonucu olarak
1950’lerin ortalarında adada Türk-Müslüman azınlık milliyetçiliği yükseldi; tarihçilere göre “Türk
Kıbrıslı milliyetçiliği, Enosis hareketine karşı koymak amacıyla uygulanan İngiliz politikasının bir
sonucu” olarak güçlendi. Dahası, 1956’da İngiliz İmparatorluk Sekreteri’nin ilk kez taksim (ada
bölünmesi) fikrini gündeme getirdiği, bunun da Ankara tarafından sahiplenildiği söylenir. Özetle,
İngiltere Kıbrıs’ı yönetmek için Yunan ve Türk Kıbrıslı gruplar arasındaki ayrışmayı derinleştirmeyi
stratejik bir araç olarak kullanmıştır.

İngiliz Sömürge Yönetimi (1878–1960): Bu dönemde İngiltere Kıbrıs’ı ekonomik kazanç sağlayan
bir sömürge olarak değil, daha çok Akdeniz ve Ortadoğu’da emperyal çıkarları koruyan bir “kara
üssü” olarak gördü. Örneğin, 1955’te bir İngiliz yetkili, Londra’da yapılan üçlü konferansta
“Rumları Türklerin Enosis’i reddetmesiyle karşı karşıya getirip, egemenliğin bizim ellerimizde
kalacağı bir çözümü kabul etmeye koşullandırmayı” hedeflediklerini açıkça ifade etmiştir. Ancak
1950’lerin sonlarına gelindiğinde EOKA adlı Yunan milliyetçileri silahlı mücadeleye girişince
İngiliz yönetimi köklü bir değişim yaşadı. 1958 yılında Rum-Türk çatışmaları başladığında
Britanya yetkilileri “Türk milliyetçiliğini teşvik etmenin beklenmedik bir terör hareketine yol
açtığını” ve bu durumu gizlemek zorunda kaldıklarını kaydetmişti. Bu olaylar, İngilizlerin “Adadaki
bölünmüşlüğü yaratıp Kıbrıs’ta kalmayı haklı göstermek” amacıyla uyguladıkları politikanın
aslında kontrolden çıktığını göstermektedir. Nihayet 1959’da ABD baskısı sonucu Kıbrıs’tan
çekilme kararı alan İngiltere, Lozan devamı niteliğindeki Londra-Zürih Görüşmeleri’nde bağımsız
bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasına onay verdi. Ancak antlaşmalarla Ada’nın üç garantör
ülkesinden biri olarak askerî nüfuzunu sürdürdü; başta Akrotiri ve Geçitkale üslerinin olduğu 2 adet
“Egemen Üs Bölgesi”ni statü olarak elde tuttu.

Türkiye’ye Etkileri (1878–1960): Osmanlı sonrası dönemde Türkiye (1923 sonrası) Kıbrıs
konusunda resmen garantör bir hakka sahip değildi ve 1923 Lozan Antlaşması’yla Kıbrıs üzerindeki
hak iddialarını terk etti. 1950’lerde ise Türkiye NATO müttefiki olarak İngiltere’nin bölgesel
politikasına dahil olmaya başladı. İlk etapta Dışişleri Bakanı Sadak, 1950’de Kıbrıs sorununu
“Britanya yönetimi altındaki ada için heyecanlanmaya gerek yok” diyerek küçümsese de,
İngiltere’nin Rum taleplerine karşı Türk tarafını sahaya çekme stratejisi sonuç verdi. Bu süreçte
Ankara, Türkiye’ye göçmen alımı müsaadesi veren Lozan’ın 21. maddesini çoğunlukla
uygulayamayarak Kıbrıs’taki Türk nüfusunun korunmasına odaklandı. Dış politikada, Kıbrıs Adası
Türkiye’yi Batı’ya daha sıkı bağladı; Türkiye, garantörlüğe giden süreçte İngiltere, Yunanistan ve
ABD ile yakın istişare içinde oldu. Askerî açıdan ise bu dönemde Türkiye, Kıbrıs konusundaki
anlaşmazlıkları garantörlük zemininde çözmeye çalıştı; 1964’te Türkiye’nin müdahale tehdidi
üzerine NATO içinde Yunanistan ile ikili görüşmeler yapıldı. İç siyasette ise Kıbrıs, henüz ana
gündem maddesi değildi; ancak Kıbrıs’ta Türk azınlığın çıkarlarının korunması ihtiyacı, ilerleyen
yıllarda siyasal söylemde yer tutmaya başladı. Bu dönemde Avrupa Birliği süreci henüz
oluşmadığından bu açıdan doğrudan bir etki yoktu.

1960–1974: Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ve Sorunun Kızışması

1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını garanti eden anlaşmalar, İngiltere’nin hem
garantör güç hem de Ada’da askeri üs sahibi konumunu perçinledi. Kuruluş: 1960 Garantisi ile
İngiltere, Yunanistan ve Türkiye adanın bağımsızlığını teminat altına aldı. İngiltere, bu anlaşmalar
çerçevesinde Akrotiri ve Geçitkale’deki üs bölgelerini “egemen” olarak elinde tuttu. Böylece Ada,
hala Birleşik Krallık açısından jeopolitik bir kara üssü olmaya devam etti.

Kıbrıs Sorunu’nun Tırmanışı: 1963-64 yıllarında Rum ve Türk kesimler arasında şiddetli çatışmalar
çıktı. İngiltere, garantör statüsüne rağmen bu dönemde doğrudan askeri müdahalede bulunmak
yerine BM gözetimindeki çözüm yollarına başvurdu. Ocak 1964’te Birleşmiş Milletler Barış Gücü
(UNFICYP) konuşlandırılırken İngiltere de adaya ek birlik gönderdi. Artık Britanya-Türkiye
çıkarları ayrışmıştı: Türk tarihçilerin dikkat çektiği gibi 1963 sonrası dönemde «İngilizlerin ve
Türklerin adadaki çıkarları artık 1950’lerdeki gibi değildi»; İngiltere önceliğini üslerinin
korunmasına verirken Türkiye, Kıbrıs Türklerinin haklarını korumaya odaklandı. Dış politikada bu
yıllarda Türkiye, garantörlük hakkı uyarınca uluslararası itidal çağrıları yaparken, İngiltere NATO
içi istikrarı korumayı hedefledi. Askerî olarak Türkiye bu dönemde herhangi bir müdahale
gerçekleştirmedi ancak 1964 baharında kuvvet sevk ettiği dönemeç, garantörler arası mutabakat ve
BM sürecinin devreye girmesine yol açtı. Kıbrıs Türkleri ise İngiliz yanlısı bir tutum devam
ederken, Türk azınlığın geleceğine dair endişe duymaya devam etti. İç siyasette ise 1960’ların
sonunda Milli Birlik Komitesi (1960) darbesi, kısmen Kıbrıs krizinin yarattığı gerginliklerden
etkilendi. Avrupa Birliği sürecine gelince, bu dönemde henüz gündemde değildi; Türkiye’nin AB’ye
adaylığı daha sonraki yıllara rastlar.

Türkiye’ye Etkileri (1960–1974): Bu dönemde Türkiye, Kıbrıs konusunda aktif garantörlük rolüne
girdi. Dış politika: Ankara, 1960 Anlaşması uyarınca garantör ülke olarak Kıbrıs’ta söz sahibiydi;
1963 krizinde Türkiye, Birleşmiş Milletler nezdinde İngiltere ve Yunanistan’la sıkı temas kurdu.
Ancak İngiltere’nin pasif tutumu Türkiye’de hayal kırıklığına neden oldu. Askerî: Türkiye 1974’e
kadar Ada’ya müdahil olmadı, ancak 1967’deki Kıbrıs krizi ve 1974 öncesi gerginliklerde ordunun
alarmda kalması söz konusuydu. Kıbrıs Türkleri ile ilişkiler: Ankara, buradaki Türk toplumunun
güvenliğini ana gündem haline getirdi; Türk hükümeti çeşitli vesilelerle Batı’yı Kıbrıs Türkleri’nin
haklarına duyarlılıkla yaklaşmaya çağırdı. İç siyaset: Kıbrıs meselesi 1970’lerde Türk siyasetinde
milliyetçi retorikle yer aldı; siyasî liderler, Kıbrıs’a destek vaadiyle oy kazanmaya çalıştı. AB
süreci: Bu dönemde AB meselesi ortaya çıkmadı; 1973’te Türkiye henüz üyelik başvurusu
düşünmemekteydi. Jeopolitik: Kıbrıs, Türkiye’nin NATO ve Batı’daki konumunu güçlendiren bir
dengeliydi; aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki nüfuz alanları mücadelesinde Türkiye’yi Sovyet
yayılmasına karşı Batı’nın bir parçası yaptı.

1974 Darbesi ve Sonrası: Çatışma, İngiltere ve Kıbrıs

15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının gerçekleştirdiği darbe ve ertesi gün Türkiye’nin garantörlük
hakları gerekçesiyle adaya müdahalesi, Kıbrıs sorununda yeni bir dönüm noktasıdır. İngiltere’nin
Tutumu: Birleşik Krallık, 1960 Antlaşması gereğince teorik olarak müdahale yetkisine sahip
olmasına rağmen 1974’te harekete geçmedi. Bir parlamenter rapora göre, “Britanya’nın Kıbrıs’a
müdahale etme hakkı, ahlaki yükümlülüğü ve imkânı vardı; ancak hükümet bunun nedenlerini hiç
açıklamadan müdahale etmemiştir”. İngiliz hükümeti, önce Sampson hükümetini protesto etmiş,
Makarios’u Akrotiri Üssü’ne tahliye ederek güvenliğini sağlamış, ancak Türkiye’nin askeri
harekâtını engellememiştir. Hatta İngiltere, NATO ve BM içinde diplomasiyle çözüm aramış, 16
Ağustos ateşkesinden sonra da Türk tarafını kınamak yerine Türkiye’nin Avrupa ilişkilerine dikkat
çekmiştir. Özetle İngiltere, 1974 krizinde duruşunu “diplomatik manevralarla sınırlı tuttu” ve
Türkiye’ye herhangi bir yaptırım uygulamadı.

İngiltere – Türkiye İlişkileri: 1974, Anglo-Türk ilişkilerinde gerilime yol açtı; Koskocet döneminde
de işbirliği azaldı. Türkiye, İngiltere’nin müdahale etmemesini soğukkanlı karşıladı ancak bundan
sonra garantörlük yetkisinin gereğini tek başına yerine getirdi. NATO içinde dönemin Yunanistan
cuntasının devrilmesiyle birlikte büyük değişiklikler yaşandı; İngiltere, bu kriz sonrası NATO
güvenliğine odaklandı. İlişkilerde kısa süreli huzursuzluklar yaşansa da uzun vadede İngiltere ve
Türkiye birbirini stratejik müttefik olarak görmeye devam etti. İç politikada, Kıbrıs’ın
bölünmesinden sonra Türkiye’de milliyetçi duygular güçlendi; 1974 müdahalesi dönemin
Başbakanı Bülent Ecevit’in popülaritesini artırdı. Kıbrıs Türkleri ise Türkiye’nin müdahalesini
memnuniyetle karşıladı ve Ankara’ya güven arttı.

Türkiye’ye Etkileri (1974–2003): Bu dönemde Türkiye, elde edilen Kuzey Kıbrıs topraklarıyla
jeopolitik konumunu güçlendirmiştir. Dış politika: 1974’ten sonra Türkiye’nin Kıbrıs taahhüdü AB
perspektifiyle iç içe girdi; İngiltere’nin AB üyeliği sürecinde Kıbrıs Rum Kesimi’nin pozisyonu,
Türkiye’nin üyeliğini bloke etmiştir. İngiltere, NATO müttefiki Türkiye’yi izole etmemiş; hatta
1976’da yapılan bir incelemede Londra, Türkiye-AB ilişkilerinin Kıbrıs çözülmeden ilerletilmemesi
önerisine katılmadığını belirtmiştir. Askerî: 1974 sonrası dönemde Türkiye, Türkiye’deki demokrasi
krizi (1980 darbesi) ve ekonomik sorunlara odaklanırken, Doğu Akdeniz’deki statükoyu korudu.
Kıbrıs Türkleri ile ilişkiler: KKTC 1983’te ilan edildi, Türkiye dışında hiçbir ülke bunu tanımadı;
İngiltere dahil Batılı devletler resmen yalnızca Kıbrıs Cumhuriyeti’ni muhatap aldı. İç siyaset:
Kıbrıs meselesi, Menderes darbesinden 2000’lere kadar Türkiye iç politikasında zaman zaman
milliyetçi söylemlerle gündeme geldi. AB süreci: Türkiye’nin 1987’deki adaylık başvurusu ve
1999’da aday ilan edilmesi sürecinde İngiltere genellikle Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonunu
destekledi; ancak Kıbrıs engeli aşılamadı. Jeopolitik: Soğuk Savaş sonrası dönemde İngiltere,
Kıbrıs’ı bölgedeki askeri varlığını sürdürdüğü bir üs olarak görmeye devam etti. 1990’ların sonuna
gelindiğinde Türkiye, stratejik konumu gereği enerji koridorları ve bölgesel ittifaklar (Arap dünyası,
Afganistan’daki NATO misyonu vb.) bağlamında Londra’yla yakın işbirliğini önemsiyordu.

2004–Günümüz: Avrupa Birliği ve “Bölgesel Ortaklık”

Güney Kıbrıs’ın AB Üyeliği: 2004’te Rum Kesimi’nin AB’ye katılması Türkiye-AB ilişkilerini
derinden etkiledi. İngiltere o dönemde halen AB üyesiydi ve genişleme sürecini yürüttü. Londra
yönetimi, resmi olarak KKTC’yi tanımayı reddederek Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek yasal hükümet
olarak gördü. Aynı zamanda Türkiye’nin AB müktesebatına uyum şartlarını Türkiye’nin
tamamlamasını savundu. Örneğin İngiltere, BM destekli çözüm planı Annan Planı çerçevesinde
Türk tarafını da motive etmek için 2004’te üs bölgelerinden arazi vermeyi teklif etti; ABD ve
İngiltere’nin ortak müzakerelerde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üslerden yüzde 90 pay alması” önerdiği
yazıldı. Ancak referandumda Rumların planı reddetmesiyle Türkiye’nin AB süreci daha da
yavaşladı.

Post-Brexit Dönemi ve Stratejik İşbirliği: İngiltere 2020’de AB’den ayrıldıktan sonra Türkiye ile
yeni bir yakınlaşma sürecine girdi. Diplomatik temaslar arttı, 2021’de Türkiye ile mal ticaretine
dayalı geçici bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Uzmanlar, İngiliz dış politikasının “insana ve
demokrasiye dayalı AB kaygılarını ikinci plana itip, Pragmatik, çıkar odaklı bir yaklaşım”
benimsediğini vurguluyor. Bu gelişmeler Türkiye’ye yeni bir “stratejik üçüncü ülke” rolü
kazandırdı ve iki ülke savunma sanayinde ortak projelere yöneldi.
Güncel Stratejik Durum: İngiltere halen Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki müdahale
kabiliyeti için kritik bir lokasyon olarak görüyor. 2025 Savunma Stratejisi’nde Kıbrıs “Birleşik
Krallık’ın yakın işbirliği içinde olduğu bölgesel bir ortak” olarak tanımlanmakta ve Akrotiri/
Dhekelia üslerinin stratejik önemi vurgulanmaktadı. İngiltere, aynı zamanda Ada’da süren BM barış
gücünü desteklediğini resmen belirtmekte. Bu çerçevede, Aralık 2024’teki Ortak Bildiri ile Birleşik
Krallık ve Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs sorununun BM’nin “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon”
çerçevesinde çözümü için işbirliğini teyit etmiştir. Bu tutum, İstanbul-Ankara hattında olumlu
karşılanabilir, çünkü Türkiye de benzer bir federasyon modelini savunmaktadır. Ancak İngiltere’nin
Rum kesimiyle yakın işbirliği, Türkiye – Kıbrıs Türk toplumu ilişkilerini karmaşıklaştırmaya
devam etmektedir

Türkiye’ye Etkileri (2004–Günümüz): AB sonrası dönemde İngiltere-Türkiye ilişkileri daha çok
ticaret ve güvenlik ekseninde ilerlemektedir. Dış politika: İstanbul-Londra arasında yeni stratejik
diyalog mekanizmaları kuruldu; Türkiye, İngiltere’yi AB’den sonra küresel ortağı olarak görme
yoluna gitmektedir. Askerî: İki ülke NATO çerçevesinde halen işbirliği yapıyor; İngiltere Türk
savunma sanayine Eurofighter gibi projelerde ortak olurken, Türkiye’nin İHA ve kimyasal silah
programlarını NATO çatısı içinde takip ediyor. Kıbrıs Türkleri ile ilişkiler: İngiltere resmi olarak
KKTC’yi tanımasa da kuzey kesimiyle işleyen birkaç teknik anlaşma (turistik pasaport tanınması
gibi) yürürlükte. İngiliz hükümeti, KKTC’yi ancak bir Kıbrıs sorunu tarafı olarak muhatap almakta,
resmen bağımsız bir devlet olarak tanımamaktadır. İç siyaset: 2010’lardan itibaren İngiliz basınına
geçen Türk tezlerinden biri, Londra’nın “Filistin meselesinde Rusya ile işbirliği yaptığı” veya
“Afrin’e destek verdiği” şeklindedir; ancak hükümet düzeyinde bu tür iddialar reddedilmektedir. AB
süreci: Brexit sonrası İngiltere’nin AB müktesebatı dışına çıkmasıyla, Ankara bu konudaki bir
üyelik beklentisini Londra nezdinde yeniden gündeme getirmiştir. İngiltere’nin Kıbrıs’a çözümle
eşdeğer bir prosedüre Türkiye-İngiltere ilişkilerini bağlamaması, Ankara için olumlu görülmüştür.
Jeopolitik: Ada hâlâ Türkiye için Baltık’taki Rus hareketlerini, Akdeniz’deki enerji hatlarını ve
ABD-İngiltere çıkarlarını dengelemede önemli bir parametre. İngiltere de güncel stratejisinde
Kıbrıs’ı komşuluk politikasında öncelikli görmekte ve bu kapsamda Türkiye ile ilişkilerini
tazelemektedir.

Yöntemler: İngiltere bu süreçte sömürge politikaları (topluluklar arasında ayrım yapma, demografik
mühendislik), askeri üs kullanımı (Akrotiri-Dhekelia’dan bölge operasyonlarına destek) ve yoğun
diplomasi (garanti antlaşmaları, NATO-BM çalışmaları, AB müzakereleri) gibi araçları aktif
kullandı. İlk yarı yüzyılda böl ve yönet (ör. yerel partilerin yasaklanması, etnik gerilimin
körüklenmesi), sonraki dönemde garantörlük mekanizmalarıyla öne çıkarken, günümüzde ise üs
bölgelerini koruma ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile savunma işbirliğini ön planda tutmaktadır.

Bu kapsamlı tarihsel inceleme, İngiltere’nin Kıbrıs siyasetinin başlangıçtaki sömürgeci amaçlardan
günümüz “küresel oyunculuk” stratejisine nasıl evrildiğini; Türkiye’nin ise her aşamada buna nasıl
tepki verdiğini ortaya koymaktadır. İngiltere’nin askeri üsler ve garantörlük elinde tuttuğu yaklaşım
ile Türkiye’nin “kardeş halkı koruma” refleksi, Kıbrıs sorununu günümüzde hâlâ çözülmemiş bir
mesele olarak bırakmıştır.

Kaynaklar: Dünyaca tanınmış tarihçiler ve resmi belgelerle desteklenen bu analizde, İngiltere’nin Kıbrıs siyasetinin evrimi literatürdeki kapsamlı çalışmalarla
gösterilmektedir. İngiltere-Türkiye işbirliğinin değişimini, tarihsel araştırmalar net biçimde ortaya koymaktadır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir