Avrupa’nın İsrail politikaları kırılma noktasında mı?

Jeostrateji uzmanı ve uluslararası ilişkiler alanında köşe yazarı Imran Khalid, Avrupa’daki İsrail karşıtı uyanışı ve Avrupa Birliği (AB) değerlerinin eylemleriyle örtüşme gereksinimini AA Analiz için kaleme aldı.

***

📲 Artık haberler size gelsin
AA’nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

Avrupa’nın İsrail’in eylemlerine yönelik derin uykusundan uyanması için bir soykırımın yaşanması gerekti. Ama sonunda isteksizce, tökezleyerek ve hala tarihsel suçluluk duygusuyla da olsa uyandı. İsrail’in Gazze’ye yönelik bitmek bilmeyen saldırılarının neredeyse 20. ayında, Avrupa’nın “İsrail’in kendini savunma hakkına” verdiği sarsılmaz desteği azalmaya başladı. Yaşananlar yalnızca jeopolitik dengelerin kayması değil, aynı zamanda geç kalmış bir vicdan muhasebesiyle harmanlanmış bir ahlaki uyanış. Uzun süredir kendini insan haklarının hamisi olarak gören Avrupa liderleri, artık sessizliklerinin kanlı mirasıyla yüzleşiyor.

Avrupa, onlarca yıl boyunca İsrail’in sömürgeci projesine sessiz bir destek sundu ve Filistin toprakları yasa dışı yerleşimler, kontrol noktaları ve hava saldırılarıyla adım adım küçülürken, tepkisi sınırlı oldu. Ancak Gazze’den gelen görüntüler, yerle bir edilmiş hastaneler, enkazda can veren bebekler, hayatta kalmak için kırıntılara uzanan aç ve bitkin siviller, Avrupa’nın duyarsızlık zırhını delip geçti. 7 Ekim’e dayandırılan o bir zamanların sorgulanmaz gerekçesi, artık 54 bini aşkın Filistinlinin, üstelik önemli çoğunluğu sivil, hayatını kaybettiği bir trajedi karşısında boş ve geçersiz kalıyor.

Avrupa başkentleri yalnızca kitlesel protestolara değil, aynı zamanda İsrail’e yönelik egemen anlatıda bir kırılmaya da sahne oluyor. Berlin’den Dublin’e, Madrid’den Paris’e kadar, anti-İsrail gösterileri büyüyor ve sivil katliamların geçiştirilemeyeceğini ortaya koyan vatandaşların öfke ve vicdanını yansıtıyor. Bu, anlık bir anti-İsrail öfke patlaması değil, on yıllardır süren bilinçli ertelemenin bir sonucu. Avrupa devletleri hiçbir zaman tarafsız değildi. Britanya’nın emperyal mirası, Filistin’i fiilen siyonist harekete teslim etti. Diğer Avrupa ülkeleri ise holokostun suçluluğuna sığınıp, yeşermekte olan yeni bir felakete sessiz kaldı. Holokost, Avrupa’nın vicdanında hala derin ve sarsıcı bir yara olarak duruyor. Ancak bu tarihi trajediyi, İsrail’i hesap vermekten korumak için kullanmak yalnızca entelektüel bir sahtekarlık değil, aynı zamanda ahlaken tiksindirici bir tutumdur.

Artık bazı Avrupa ülkeleri yavaş da olsa yeni bir tutuma yöneliyor. İspanya, İrlanda ve resmi AB üyesi olmasa da Norveç, Filistin’i devlet olarak tanıdı. İngiltere ve Fransa ise eşiğinde bekliyor. Ancak bu sembolik değişim dahi çekingen bir şekilde gerçekleşiyor. İsrail, her zamanki abartılı üslubuyla eğer İngiltere ya da Fransa Filistin’i tanımaya kalkarsa, Batı Şeria’nın daha fazla bölümünü ilhak etmekle tehdit etti. Öte yandan, İsrail’in aşırı sağcı bakanları, toprak genişletme hayallerini açıkça ve pervasızca dile getiriyor. Söylem ile gerçek arasındaki çizgi çoktan silinmiş durumda. Değişmeyense, Avrupa’nın kolektif olarak harekete geçme konusundaki isteksizliği.

Bir hesap verebilirlik meselesi

Tüm bunlar derin bir ironi içeriyor. Barış ve işbirliği ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir yapı olan AB, İsrail’in esir bir halk üzerinde yürüttüğü savaş için yüzleşmeye dahi cesaret edemiyor. Ancak yine de yavaş yavaş çatlaklar oluşmaya başladı ve AB, uzun süredir Tel Aviv’e gümrük muafiyetleri, fonlara erişim ve araştırma-geliştirme ortaklıkları gibi ekonomik ayrıcalıklar tanıyan ortaklık anlaşmasını gözden geçirmeye başladı.

Diplomatik söylemin ardında bakıldığında, bu anlaşma, savaş suçları göz ardı edilirken, sunduğu ticari ayrıcalıklarla İsrail’in işgalini fiilen finanse ediyor. Anlaşmanın 2. maddesi insan haklarına ciddi bir vurgu yapıyor ancak Avrupa, bu maddeyi hiçbir zaman ciddiyetle uygulamadı. Bugün ise kıtlık tehlikesi kapıda beklerken ve uluslararası mahkemeler İsrailli yetkililer hakkında tutuklama kararları çıkarırken, bu kayıtsızlığın artık savunulacak bir tarafı kalmadı. Gerçekler ortada: Eğer Avrupa gerçekten kurallara dayalı bir uluslararası düzene inanıyorsa, artık sonuç doğuracak adımlar atmak zorunda. Bu bağlamda üç temel adım kaçınılmaz. Birincisi, Filistin devletini tanımak, bunu diplomatik bir jest olarak değil, siyasi bir zorunluluk olarak görmek. İkincisi, İsrail’e yönelik yaptırımları hayata geçirmek; bunlar arasında silah ambargosu ve hedefe yönelik ticari kısıtlamalar da yer almalı. Üçüncüsü ise Gazze’de işlenen savaş suçları ve soykırım iddialarına dair uluslararası soruşturmaları kararlılıkla desteklemek.

Elbette bu tür adımlar, İsrail ve onu savunan çevrelerden sert ve öfkeli tepkilerle karşılanacak, antisemitizm suçlamaları her zaman olduğu gibi yine yapılacaktır. Ancak bu refleksler artık eski gücünü yitirdi. İsrail dahil dünyanın dört bir yanındaki Yahudi aydınlar ve topluluklar, Gazze’de yürütülen yıkımı açıkça kınıyor. İsrail’in eylemlerini Yahudi kimliğiyle özdeşleştirme çabası, artık bu kimliğe mensup olanlar tarafından bile reddediliyor. Gerçek şu ki İsrail artık ahlaki itibarını kaybetmekten korkmuyor. Zira o itibarı çoktan tüketti. Gazetecilerin, sağlık çalışanlarının ve insani yardım görevlilerinin açıkça, hiçbir cezai karşılık görmeden öldürülmesi, sözün bittiği yer. İsrail’in liderleri, dünyanın artık gerçeği gördüğünün farkında ancak umursamıyorlar. Umursayabilecekleri tek şey, ekonomik bedel.

Ekonomik sarsıntılar şimdiden hissedilmeye başladı, İsrail’in küçük işletmeleri bir bir çöküyor. Askeri seferberliğin körüklediği iş gücü açığı, üretkenliği felç ediyor ve boykotlar can yakıyor. Analistler, kapıdaki bir finansal “şok dalgası” için uyarıda bulunuyor. AB-İsrail anlaşmasının askıya alınması veya feshedilmesi İsrail ekonomisini yalnızca yaralamakla kalmaz, onu yerle bir edebilir. Avrupa’nın harekete geçmesi de işte tam olarak bu yüzden elzemdir. Mesele intikam değil, bir koz kullanma meselesi. Gazze’deki savaş, nutuklarla veya özenle seçilmiş kelimelerle bitmeyecek. Savaş ancak İsrailli vatandaşlar ekonomilerinin, yaşam tarzlarının ve küresel dünyayla bütünleşmelerinin risk altında olduğunu anladığında son bulacak. Ancak o zaman halk içinde kritik bir kitle, Gazze’yi dümdüz etmenin bu bedele değip değmeyeceğini sorgulamaya başlayabilir.

Hakikat anı

Bunların hiçbiri kolay olmayacak. AB, kendi içinde parçalanmış bir yapı. Üye devletlerinin yarısı bile Filistin’i devlet olarak tanımazken, İsrail’e karşı yekpare bir politika izlemesi güç. Fakat tarih, bunun ne kadar zor olduğunu değil, Avrupa’nın nihayet değerleriyle eylemlerini denkleştirme cesaretini gösterip göstermediğini yazacak. Yıllar önce Venedik Deklarasyonu, Filistinlilerin haklarını teslim etmişti. O günden bu yana AB, barış sürecini Washington’a ihale etti, Filistin yönetimini fonladı ve İsrail’in taşkınlıklarını kenardan izleyip hayıflanmakla yetindi. Artık bu devir kapanmalı. Eğer ABD uluslararası hukuktan geri adım atıyorsa, Avrupa ileri çıkmalıdır. Eğer ABD İsrail’e cezasızlık vadediyorsa Avrupa hesap sorma sorumluluğunu sunmalıdır. Bu, AB’nin yalnızca bir ekonomik birlik olarak değil, bir adalet gücü olarak rolünü yeniden sahiplenme anıdır.

Gazze’de bombalar yağmaya devam ediyor. Fakat Avrupa’da siyasi bir uyanış filizleniyor. Eğer bu uyanış devam ederse, İsrail’in dokunulmazlığının sonunun başlangıcına ve Filistin ile küresel dayanışmada yepyeni bir sayfanın açıldığına işaret edebilir.

[Imran Khalid, jeostrateji uzmanı ve uluslararası ilişkiler alanında serbest köşe yazarıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir