Büyük Satranç Tahtası : Analiz

Büyük Satranç Tahtası’nın Teorik Temelleri ve Heartland Teorisiyle İlişkisi

Brzezinski’nin Stratejik Vizyonu ve Avrasya Merkezilik.

Zbigniew Brzezinski’nin Büyük Satranç Tahtası adlı eserinde ABD’nin küresel üstünlüğü için Avrasya kıtasının kontrolü esastır. Brzezinski, 1990’lar sonunda Sovyetler Birliği çöküşünün ardından ABD’nin artık “tek ve gerçekten küresel güç” konumuna ulaştığını vurgular ve Avrasya’daki güç dengelerinin “ABD’nin küresel üstünlüğünü sürdürebilmesinin merkezi” olduğunu belirtir. ABD’nin dış politikası, yalnızca teknoloji, ekonomi gibi yeni güç boyutlarını değil aynı zamanda jeopolitiği de gözeterek kıta genelinde istikrarlı bir denge kurmayı hedeflemelidir, Brzezinski bu bağlamda Avrasya’yı “küresel üstünlüğün satranç tahtası” olarak tanımlar ve hâkimiyetin coğrafi olarak Eurasya’nın bütünü üzerinden kurulacağını savunur

Mackinder’ın “Kalpgah” Teorisi ile İlişkisi

Brzezinski’nin vizyonu Sir Halford Mackinder’ın Avrasya merkezli jeopolitiğiyle doğrudan ilişkilidir. Mackinder’a göre “Doğu Avrupa’yı yöneten Kalpgah’ı; Kalpgah’ı yöneten ise Dünya Adası’nı (Avrasya) yöneten; Dünya Adası’nı yöneten ise dünyayı yöneten” fikri meşhurdur,

Brzezinski bu varsayımı teyit edercesine, Hitler ve Stalin’in 1940 yılında “Eurasya merkezdir, onu kontrol eden dünya egemenidir” düşüncesine katıldıklarını aktarır. Yani Brzezinski, Avrasya’nın kontrolünün global güç dengelerini belirleyeceğini vurgular. Ancak Brzezinski, Mackinder’ın saha analizini genişletir: günümüzde artık belli bir bölge (örneğin Kalpgah) yerine tüm Avrasya’nın jeopolitik önemi ön plana çıkmıştır

Brzezinski ayrıca, 19. yüzyılın “kara gücü vs. deniz gücü” tartışmasını geride bırakarak, “jeopolitik artık bölgesel değil küresel bir boyuta taşınmıştır, Avrasya kıtasının bütünü küresel iktidarın merkezi sayılmaktadır”.

Özetle, Brzezinski Mackinder’ın Kalpgah görüşünü paylaşır ama günümüz teknolojisi, ekonomi ve değerler ekseninde yeniden yorumlar.

Spykman’ın “Rimland” Kavramı ile İlişkisi

Nicholas Spykman’ın Rimland (kıyı kuşağı) kavramı da Brzezinski’nin stratejisinde yankı bulur. Spykman’a göre, Avrasya’nın deniz kıyıları ve etrafı (Rimland) kontrol edildiğinde kıta hakimiyeti elde edilir. Brzezinski, bu fikri dolaylı olarak kullanır; ABD’nin Avrasya’da “üç kıyı bölgesi”nde (Batı Avrupa/NATO bloğu, Doğu Asya-Pasifik ve Güney Asya/Orta Doğu) kuvvetler konuşlandırdığına dikkat çeker. Brzezinski’nin ifadeleriyle, “ABD gücü, Avrasya kıtasının üç periyodisinde konuşlandırılmıştır ve bu bölgeler üzerinden kıtanın iç kısımlarına etki eder”. Bu yaklaşım Spykman’ın Rimland anlayışını çağrıştırır; ABD, deniz kıyılarındaki müttefik ve üs ağları aracılığıyla Avrasya içlerine nüfuz etmeye çalışmaktadır. Öte yandan Brzezinski, yalnızca denizlere yaslanmaz; Avrasya içlerindeki stratejik kavşakları (örneğin Türk Boğazları, Hazar Denizi bölgesi vb.) da kapsayan bir “jeopolitik yayılma” stratejisi önerir. Böylece Spykman’a benzer şekilde, Brzezinski de kıyılar ile kara gücü arasındaki ilişkileri kurar, ama daha çok ABD’nin müttefiklerini ve coğrafi stratejik noktaları kontrol altına almasına odaklanır.

Mahan’ın Deniz Gücü Teorisi ile İlişkisi

Alfred Mahan’ın deniz üstünlüğü teorisi de Brzezinski metninde yer alır. Brzezinski, ABD tarihini anlatırken 20. yüzyıl başında “iki okyanusta donanma üstünlüğü” peşindeki bir Amerika’dan söz eder; ABD’nin “Batı Yarımküre’nin tek koruyucusu” olduğunu ilan eden Monroe Doktrini ile Panama Kanalı’nın inşasının Atlantik ve Pasifik’te deniz hakimiyetini pekiştirdiğini vurgular. Bu anlatı, Mahan’ın “denizleri kontrol eden dünya ticaretini ve gücünü kontrol eder” teziyle uyumludur. Yine de Brzezinski, Soğuk Savaş sonrası dönemde deniz gücüne indirgenen bu anlayışın tek başına yeterli olmadığını belirtir. “Kara mı, deniz gücü mü” tartışmasının artık eski kaldığını yazar ve vurguyu “tüm Avrasya”nın egemenliğine kaydırır. Dolayısıyla Brzezinski, Mahan’ın mirasını ABD tarihinde anarken, günümüzde jeopolitik önemin sadece deniz yolları kontrolüyle sınırlandırılamayacağını savunur.

Diğer Klasik Jeopolitik Yaklaşımlarla Bağlantılar

Brzezinski’nin düşüncesinde daha eski jeopolitikçiler de rol oynar. Örneğin Friedrich Ratzel’in “yaşam alanı” (Lebensraum) organik devlet anlayışı, Brzezinski’ye dolaylı ilham vermiştir. Brzezinski açıkça Almanya’da gelişen jeopolitiğe referans vermese de, eserinde Karl Haushofer’in Mackinder’ı kendi amaçlarına nasıl adapte ettiğini not eder. Ancak Brzezinski, bu 19. yüzyıl paradigmalarını sorgular; güçlü devletleri “vasallar” ve “barbarlar” olarak tanımlarken bile bu dilin Amerika’nın tarihsel misyonuyla örtüştüğünü iddia eder. Örneğin Brzezinski’nin stratejisi, klasik emperyal çıkarların ötesinde, ABD’yi dünya çıkarlarını temsil eden “mezkur bir güç” olarak sunar. Bu bakımdan Brzezinski, jeopolitik vizyonunu eski güç siyaseti ilkeleriyle paylaşıp ABD istisnacılığını (American exceptionalism) da eklemiştir. Eserinde sıkça görülen “Avrasya satranç tahtası” metaforu da, Ratzel’in coğrafi determinizminden farklı olarak ABD merkezli bir ahlaki dünyanın var olduğunu ima eder.

ABD’nin Avrasya Stratejisi: Adımlar ve İlkeler

Brzezinski’ye göre ABD, Avrasya’da hâkimiyeti sürdürmek için belirli stratejik adımlar izlemelidir. Öncelikle Avrasya’nın dinamik güçlerini ve jeopolitik açıdan “atalet” yani katalizör etkili konumda olan ülkelerini belirlemek gerekir. Brzezinski bunu şöyle özetler: «ABD için Avrasya jeostratejisi, jeostratejik açıdan dinamik devletlerin amaçlarının anlaşılması ve stratejik öneme sahip coğrafi konumdaki ülkelerin dikkatli yönetimi ile ilgilidir». İkinci aşamada, bu ülkelerin çıkarlarını dengeleyecek, gerektiğinde onları kabullendirip kontrol altında tutacak politika adımları geliştirilmelidir. Kısacası ABD, Avrasya’daki her büyük oyuncuyu inceler, çıkarlarını öngörür ve üzerinde nüfuz kurmaya çalışır. Bu stratejik süreci Brzezinski üç “imparatorluk jeostratejisi” ilkesine dayandırır.

Ona göre ABD’nin temel hedefi:

Vassalların işbirliğini önlemek: ABD’nin bölgede müttefik kabul ettiği ülkelere (mesela Avrupa ülkeleri, Japonya gibi) bağımlı kalmaları sağlanıp, aralarında güç paylaşımı veya işbirliğine girmeleri engellenmelidir.

Müttefikleri itaatkâr tutmak: Bu ülkeler ABD’nin çıkarlarına hizmet eder hâle getirilip korunmalı, kendilerini dengeleyebilecek dış etki ortadan kaldırılmalıdır.

“Barbarların” birleşmesini engellemek: Brzezinski “barbarlar” dediği Avrasya’nın potansiyel rakip güçlerini (örneğin Rusya, Çin, İran gibi) bir araya gelmeyecek biçimde ayırmalıdır.

Bu üç ilke özetiyle «ABD, Avrasya’da kritik aktörleri tek tek yöneterek vassalları birbirinden kopuk, “devlet parçalayan” bir güç olarak kalıcı üstünlüğünü korur» yaklaşımını yansıtır.

Benzerlikler ve Farklılıklar

Brzezinski’nin vizyonu, klasik jeopolitik teorilerin izlerini taşır ancak özgün yönleri de vardır. Mackinder ile benzer şekilde Brzezinski de Avrasya’nın stratejik önemini vurgular; her ikisi de “Eurasya kontrolü = dünya kontrolü” varsayımından hareket eder. Spykman’a benzer biçimde, Brzezinski de ABD’nin deniz aşırı üsleri ve ittifakları aracılığıyla kıtanın etrafındaki güç dengelerini yönetme ihtiyacını kabul eder. Mahan’ın öğretilerini kabul ederek, geçmişte ABD’nin iki okyanus stratejisiyle dünya siyasetinde atılım yaptığını not eder. Ancak farklılıklar da belirgindir; Brzezinski teknolojik, ekonomik ve ideolojik dinamikleri daha fazla ön plana alır ve ABD’nin “evrensel liderlik” iddiasını öne çıkarır. Örneğin Mackinder ve Spykman daha çok coğrafi argümanlarla ulusları güç sıralamalarına sokarken, Brzezinski güç siyasetini Amerikan istisnacılığı söylemiyle içselleştirmiştir. Öte yandan Brzezinski, klasik teorilerin tek parti dünyası veya İkinci Dünya Savaşı bağlamından uzaklaşarak 21. yüzyılın çok kutuplu ama yine Amerikan önderliğindeki düzenine uygun bir sentez sunar. Özetle, Brzezinski jeoekonomik ve ideolojik unsurları da katıp Mackinder/Spykman mantığını modernize ederken, Mahan’ın donanma stratejilerini soğurup “Avrasya merkezli deniz yolu stratejisi” şeklinde yorumlar.

Günümüzde Etkileri ve Yeni Yorumlar

Büyük Satranç Tahtası, yayınlandığı günden bu yana strateji literatüründe saygın bir yere sahiptir; çağdaş akademisyenler eseri “jeopolitik ve Amerikan dış politikasının modern klasiği” olarak tanımlar. Brzezinski’nin Avrasya’daki rakip güçleri böl, etki alanlarını koru stratejisi, günümüzde de ABD’nin Çin, Rusya ve Orta Doğu politikalarına ışık tutmaktadır. Örneğin 21. yüzyılda NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, ABD’nin Asya-Pasifik’e yeniden odaklanması ve Hindistan ile stratejik işbirlikleri Brzezinski vari bir denge yaklaşımını andırır. Bunun tersine, son yıllarda Çin’in “Kuşak ve Yol” projesi ile Rusya’nın Avrasya Ekonomik Birliği gibi girişimleri, Brzezinski’nin tezine karşıt olarak, Avrasya’yı farklı bir imparatorluk inşası ekseninde yorumlamaya çalışmaktadır. Ukrayna krizinde Brzezinski’nin fikirleri sıkça geri çağrılmıştır; kendisinin de belirttiği üzere “Ukrayna olmadan Rusya bir Avrasya imparatorluğu olamaz” önermesi analistler arasında sık alıntılanır. Diğer yandan eleştirmenler, küreselleşme çağında coğrafyanın rolünü yeniden sorgularken, Brzezinski’nin ekonomik bağımlılığa ve uluslararası kurumlara dair daha az vurgu yapan geleneksel yaklaşımını yetersiz bulabilmektedir. Sonuç olarak Brzezinski’nin jeopolitik vizyonu hem bir rehber hem de tartışma konusu olmaya devam eder; ABD’nin Avrasya stratejilerinde bıraktığı miras ve bu stratejinin uygulanabilirliği güncel araştırmalarda hâlâ değerlendirilir.

Büyük Satranç Tahtasında Küresel Hegemonya Anlayışı ve Stratejileri

Brzezinski’nin Hegemonya Anlayışı ve İmparatorluktan Farkı

Zbigniew Brzezinski, ABD’nin dünya liderliğini “yeni tür bir hegemonya” olarak tanımlar. Ona göre Amerikan hegemonyası, eski imparatorlukların hiyerarşik yönetiminden farklıdır. Amerikan küresel sisteminde, güç “sürekli pazarlık, diyalog, yayılım ve formel mutabakat arayışı” yoluyla kullanılır; Washington kaynaklı olsa da uygulamada çok taraflı ve uzlaşmacıdır. Dolayısıyla ABD, eski Roma veya Britanya imparatorlukları gibi üstten inme bir piramit değil, çekirdekten yayılan bir etki ağı oluşturur. Brzezinski bu yeni hegemonyayı, Amerikan demokrasisinin özelliklerini yansıtan “çoğulcu, geçirgen ve esnek” bir yapı olarak betimler. Yani ABD, güç gösterisinden çok kendi ideolojik cazibesi, ekonomik dinamizmi ve çokuluslu kurumları aracılığıyla liderlik yapmaya çalışır. ABD’nin bu hegemonya anlayışı, klasik toprak işgali veya kolonileştirmeye dayalı imparatorluktan temel farklar taşır. Brzezinski’ye göre ABD eski büyük imparatorluklara benzemekle birlikte, onlardan farklı olarak kültürel ve ekonomik cazibesi sayesinde nüfusları gönüllü çekim alanına alır. Örneğin Roma’da vatandaşlık “onur” iken, Amerikan sisteminde bireysel başarı ideali dünyaya ilham verir. Brzezinski, Amerikan hegemonyasını bir “imparatorluk” yerine, diğer ülkeleri kendi sistemine dâhil eden bir liderlik modeli olarak sunar.

ABD’nin Küresel Liderlik Stratejileri

Brzezinski’ye göre ABD’nin hegemon konumunu koruması, öncelikle Avrasya kıtasındaki güç dengesini kontrol altında tutmaya bağlıdır. Ona göre “ABD’nin küresel üstünlüğü, Avrasya’da sahip olduğu ağırlığın ne kadar ve ne ölçüde sürdürüldüğüne doğrudan bağlıdır”. Bu nedenle ABD, Avrasya’yı “ana jeopolitik kazanım” kabul eder ve kıtada tek egemen bir rakibin yükselmesini önlemek için kapsamlı stratejiler öne sürer.

Brzezinski’nin önerileri özetle şunlardır:

Avrasya’daki güç dengesinin sağlanması: 

ABD, Avrupa’nın birleşik bir yapı olarak kurulmasını destekleyip Türkiye, İran, Orta Asya gibi coğrafi kritik bölgelerde nüfuz alanı oluşturarak Avrasya’da dengeyi korumaya çalışır. Bu bağlamda NATO güçleri, Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi müttefikler üzerinden jeostratejik yayılım sürdürülür.

Müttefiklerin bağımlılığı ve güvenlik garantisi: 

Brzezinski klasik imparatorluğun dehşet dengesi stratejisini Amerikan versiyonuna uyarlayarak müttefik ülkelerin güvenlik ihtiyaçlarını karşılayıp onları ABD’ye bağımlı kılmayı amaçlar. Örneğin Avrupa ve Japonya’nın güvenliği ABD’nin omuzlarındadır; bu devletler ABD ile sıkı ittifaklar kurar. Böylece Avrasya’nın vergi verenleri sıkı tutularak, Türkiye, Güney Kore ve Körfez’de kalıcı üslerin tesisiyle “öykü dışındaki” aktörlerin bir araya gelip ortak hareket etmesi engellenir.

“Barbar” oluşumları önleme: 

Brzezinski, klasik imparatorluk terminolojisiyle dünyanın geri kalanını “barbar” olarak niteler ve bu barbarsı blokların birleşmesini engellemeyi hedefler. En tehlikeli senaryo olarak, Çin-Rusya-İran üçlüsü gibi bir “anti-hegemonik koalisyon”nden söz eder. ABD’nin buna karşı, hem Avrupa’da, hem Asya’da hem Ortadoğu’da eşzamanlı askeri ve diplomatik hüner göstermesi gerektiğini vurgular. Bu bağlamda ABD, Pasifik’te Japonya ile, Avrupa’da NATO ile, Körfez’de ise yerel krallıklarla yeni güvenlik ağları örer.

Küresel kurumların inşası: 

ABD, uluslararası finansal ve siyasi kurumları (IMF, Dünya Bankası, WTO gibi) Amerikan girişimiyle kurarak bu sayede küresel ekonomide ve diplomatik alanda liderliğini kurumsallaştırır. Bu kurumlar resmî olarak küresel menfaatleri temsil etse de gerçekte Amerikalıların belirleyiciliğindedir. Böylelikle Amerikan liderliği sadece askeri ve jeopolitik değil, ekonomik-siyasal düzeyde de pekiştirilir.

Bu stratejiler Brzezinski’nin hegemonya anlayışı ile doğrudan ilintilidir. O, ABD’nin tüm coğrafi eksenlerde güçlü bir varlık göstermesini, müttefiklerini hegemonya altına bağlamasını ve potansiyel rakipleri bölüp parçalayarak tek başına hareket etmelerini önlemeyi savunur. Bu sayede Amerika’nın hem yumuşak güç unsurları (kültürel cazibe, siyasi-ideolojik çekim) hem sert güç araçları (askeri üsler, teknolojik üstünlük) dengeli biçimde kullanılacaktır. Örneğin Brzezinski, Amerikan demokrasisinin “bireysel başarı, özgürlük ve refah” vaat eden ideolojisinin birçok ülkede yankı bulduğunu ve bu sayede Amerikan modeline gönüllü yakınma yaratıldığını yazar.

Aynı zamanda NATO, Japonya-ABD ittifakı, APEC gibi yapılarla stratejik bölgeler Amerikan liderliğine entegrasyonla bağlanmıştır.

Teorik Çerçevelerle İlişki

Brzezinski’nin yaklaşımı, uluslararası ilişkiler teorileriyle de örtüşür. Hegemonik İstikrar Teorisine göre, dünya düzeninin devamı için tek bir güç (hegemon) şarttır. Brzezinski de ABD’nin küresel “yatırımcı” rolünü bununla savunur: Ona göre ABD liderliğini bırakırsa yerini “uluslararası anarşi” alır. Clinton’un “vazgeçilmez ulus” (indispensable nation) ifadesini haklı çıkarır; ABD’nin çekilmesi hâlinde dünya kaotik bir şiddet ve ekonomik çökmeyle karşılaşır. Bu, hegemonik istikrarçı bir argümandır. Brzezinski’nin kilit uyarısı şudur: Eğer Washington pasifleşir veya geri çekilirse, küresel düzensizliğin gücü nihayetinde sahneyi ele geçirir. Bu bakımdan hegemonik istikrar, Brzezinski’ye göre yeni bir dünya savaşı veya yaygın çatışmayı önlemenin tek yolu gibidir. Yumuşak güç ve sert güç kavramları da Brzezinski’nin analizinde önemli yer tutar. Yumuşak güç tarafında ABD’nin siyasi-demokratik cazibesi, kültürel üstünlüğü ve işleyen serbest piyasa sistemi gelir. Brzezinski’ye göre bu değerler “enerjik, hırslı ve rekabetçi” birçok kişiyi cezbederek Amerikalı ideallerin başka toplumlara sinmesine yol açar. Böylece dış ülkelerde Amerika’nın modeline sempati gelişirken, bu da Amerikan etki sahasını genişletir. Öte yandan sert güçte; ABD’nin küresel üsleri, askeri ittifakları ve teknolojik avantajı bulunur. Brzezinski bunları, “geçici Amerikan avantajı”nı korumanın vazgeçilmez araçları olarak görür. Örneğin “ABD, tüm denizleri kontrol ettiğinden ve ordusu hemen her coğrafyayı kucakladığından” bahseder. O, Amerikan küresel liderliğinin bu çift yönlü yapısını resmetmek için imparatorluklara gönderme yapsa da, önerisi soft ve hard gücün dengeli kullanılması yönündedir. Liderlik ve yönetim ayrımı çerçevesinde Brzezinski, ABD’yi daha çok küresel düzenin lideri olarak konumlandırır. Bu bağlamda “liderlik”, diğer devletlerin angaje olduğu çok taraflı kurumlar ve normlar sistemi kurmak anlamına gelir. Brzezinski Amerikan hegemonyasını içeriden demokratik mekanizmaların dışa yansımış hali olarak tanımlar: “Amerikan küresel sistemi, önceki imparatorluklardan farklı olarak hiyerarşik bir piramit değildir. ABD, birbiriyle kesişen ve sürekli pazarlıkla işleyen bir evrenin merkezindedir”. Başka bir deyişle, ABD doğrudan “yönetim” (management) yapmaktan çok, evrensel kuralları şekillendiren lider konumundadır. Bu, “adillik ve ortak kabul” çerçevesinde işleyen bir liderliktir. Dolayısıyla Brzezinski’nin modelinde, Amerikan gücü birer ülkeyi istilacı biçimde yönetmekten ziyade, onların güvenlik ve ekonomilerini kendi ağlarına entegre ederek küresel işleyişi yönlendirmekle ilgilidir.

Uygulanabilirlik, Etik ve Eleştirel Değerlendirme

Brzezinski’nin stratejik önerilerinin uygulanabilirliği tartışmalıdır. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD gerçekten de birçok bölgeye nüfuzunu genişletti; ancak maliyet, direnç ve beklenmeyen sonuçlar kaçınılmaz oldu. Örneğin Orta Doğu’da veya Afganistan’daki uzun süreli askerî varlık, beklenen istikrarı tam anlamıyla sağlamamıştır. Şu dönemde Çin ve Rusya’nın güçlenmesi, Brzezinski’nin öngörülerine rağmen ABD’nin tek başına belirleyici rolünü sorgulatmaktadır. Pratikte emperyal yıpranma riski vardır: Yüksek askeri harcamalar ve ittifak yükümlülükleri, halk desteğini azaltabilir. Ayrıca bazı eleştirmenler, Brzezinski’nin ABD’nın “küresel menfaatlerle örtüşen” çıkarlarını sorgular. Eski Alman Şansölyesi Helmut Schmidt, Brzezinski’yi Afrika, Latin Amerika ve İslam dünyası gibi bölgelerin önemini hafife almakla suçlamıştır. Schmidt’e göre, Brzezinski’nin “ABD için iyi olanın doğrudan dünya için de iyi olduğu” varsayımı yanıltıcıdır. Etik açıdan ise bu hegemonik strateji de tartışmaya açıktır. Bir yandan Brzezinski, Amerikan liderliğinin barış ve kalkınma getireceğini savunur; “tehditler masanın dışında” bırakılmıştır demesi bundandır. Öte yandan başkaları için bu anlayış “başkalarının kaderini belirleme” şeklinde okunabilir. ABD’nin güvenlik argümanıyla başka ülkelerde askerî müdahale etmesi ve onların içişlerine karışması, egemenlik ve adalet kaygılarını uyandırır. Brzezinski’nin stratejik dilinde müttefikler ‘vassal’, potansiyel düşmanlar ‘barbar’ olarak anılmakta; bu ton, emperyal çağrışımlarla birlikte normatif sorunlara işaret eder. Sonuç olarak, Brzezinski Amerikan hegemonyasını “koruyucu liderlik” şeklinde kavramsallaştırırken, bu modelin hem teorik hem pratik eleştirileri vardır. Teorik olarak, hegemonik istikrar savunuculuğu geniş kabul görmüş olsa da günümüzde çoklu gücün (multipolarite) yükselişiyle zayıflamıştır. Soft güç vurgusu, demokratik evrenselcilik adına cazip görünse de, zaman zaman ABD’nin çıkarlarıyla örtüşmeyen biçimde uygulamalarına sebep olmuştur. Brzezinski’nin stratejilerinin günümüzdeki geçerliliği, büyük ölçüde Amerika’nın gücünü nasıl sürdürdüğüne, uluslararası rızayı ne kadar koruduğuna ve küresel normlara uygun hareket edip etmediğine bağlıdır. Bunun yanı sıra eleştirmenler, Brzezinski’nin önerilerini “ben merkezli” ve “müdahaleci” bulanlardan itidal içinde, çok taraflı işbirliğine daha fazla önem verilmesi gerektiğini savunanlara dek geniş bir yelpazeye sahiptir

Fahir ÖNER

Uluslararası Basın Yayın Konfederasyonu Genel Başkan yardımcısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir