PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN SİLAH BIRAKMA VE KENDİNİ FESHETME KARARI

PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN SİLAH BIRAKMA VE KENDİNİ FESHETME KARARI

Doç. Dr. Özcan ERDOĞAN

 

Ülkemizin bugünlerde en önemli gündem maddesi “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşmaktır. Bu hedefe 1984 yılında Eruh ve Şemdinli saldırıları ile ülke gündemimize oturan, 1984’den sonra özellikle 1990’lı yıllarda  köy baskınları ile korumasız kadın-erkek-çocuk demeden masum vatandaşlarımızı katleden, PKK terör örgütünün kendini feshetmesi ve silahları bırakma kararı ile emin adımlarla ilerleniyor. 40 yılın üzerinde kanlı saldırılarda bulunan PKK terör örgütünün silah bırakma ve kendisini feshetme kararı şüphesiz çok büyük bir gelişmedir. Ancak, örgütün bu kararı nedense Güneydoğu illerinde yaşayan bazı vatandaşlarımız tarafından halaylar çekilerek, kutlanırken Batı illerinde herhangi bir coşkuya yol açmamıştır. Oysa böyle tarihi bir kararın Gümrük Birliği anlaşmasının güpegündüz Kızılay’da havai fişek gösterileriyle kutlanmasında olduğu gibi coşkulu bir şekilde kutlanması gerekirdi. Toplum, örgütün silah bırakma ve kendini feshetme kararının uygulamasının öncelikle somut bir şekilde görülmesi gerekliliğinden olsa gerek, gelişmeleri izlemeye almıştır.

Bu sürece nasıl gelindiğini kısaca ve genel hatlarıyla bakıldığında; bölücü terör örgütü PKK’ın kendisini feshetmesi için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024’te halen İmralı adasında hükümlü bulunan PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a, kurduğu terör örgütünü lağvetmesi şartıyla gerektiğinde “umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” çağrısında bulunmuştur. Bu tarihi konuşmanın arkasından da terör örgütü PKK’nın kendisini feshetme süreci başlamıştır.

Bilindiği üzere, “Umut hakkı”, ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve koşullu salıverme imkanından yararlanamayan mahkumların durumuyla ilgili bir düzenlemedir. Umut hakkı, ömür boyu cezaevinde infaz edilecek bir hapis cezasına mahkum edilen hükümlülerin serbest bırakılıp bırakılmayacağının belli bir süre sonra idari veya yargısal bir makam tarafından değerlendirilmesini öngören bir haktır. Umut hakkı kavramı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla ortaya çıkmıştır. Hükümlünün serbest kalma umudu olmadan ömür boyu cezaevinde tutulması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’in 3. Maddesinde düzenlenen “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Hükmünü içeren işkence yasağının ihlali olarak kabul edilmektedir. Nitekim, MHP Genel Başkanının bu çıkışı toplumun büyük kesiminde tartışılırken, DEM Parti Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş tarafından 30 Eylül 2024 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulan “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazında 25. yılda koşullu salıverilme şartlarının değerlendirilmesi için bazı kanunlarda değişiklik yapılması” hakkında kanun teklifi yeniden gündeme gelerek, TBMM Adalet Komisyonunun gündemine alınmıştır. Kanun teklifinin gerekçesinde “….Ağırlaştırılmış müebbet cezası, süresiz hapis cezası anlamına gelir ve bu durum hükümlüler üzerinde olumsuz psikolojik etkiler yaratmaktadır. Umut hakkı tanınmadığında, mahpuslar hukuk dışına itilmiş olur. AİHM kararlarının uygulanması, insan onuruna uygun bir infaz rejiminin sağlanması açısından gereklidir. Bu nedenle, ağırlaştırılmış müebbet cezasının yeniden düzenlenmesi ve salıverme perspektifi doğrultusunda değişiklikler yapılması gerekmektedir.” denilerek, terörist başının TBMM’de yapılacak yasal düzenleme akabinde umut hakkından yararlandırılması talep edilmiştir. Devam eden süreçte, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta kamuoyuyla paylaşılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısında bizzat kurduğu  PKK terör örgütü ve bu örgütle bağlantılı tüm gruplara silah bırakma ve kendini feshetme çağrısında bulunmuştur. Terörist başının kamuoyuna açıklanan bu çağrı metninde; “…Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir. Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır. Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanının ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.” diyerek, PKK terör örgütünün ve uzantılarının, Örgütün kongresini toplayarak bir an önce kendisini feshetmesi ve silahlarını teslim etmesi çağrısında bulunmuştur. Sürecin ülke içindeki gelişmelerden ziyade başta Trump yönetimindeki ABD olmak üzere, Uluslararası gelişme ve konjektörün bir sonucu olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu gelişmeler; ne yazıktır ki, tarihin derinliklerinde her zaman kederde ve kıvançta birlikte olmuş, Anadolu coğrafyasında sorun ve sıkıntılara topyekün birlikte göğüslemeye çalışmış, Türk ve Kürt gibi herhangi bir ayrım içinde bulunmamış, bu ayrımcılığı aklının uçuna bile getirmemiş toplumumuzda büyük bir sevinçten daha ziyade, acaba “Büyük Ortadoğu Projesinin bir sonucu olarak bölünüyor muyuz” gibi bir endişe ve kaygıya neden olmuştur. Öyle ki, ülkemizin birliğini tehdit eden bölücü terör örgütü uzunca bir süredir ülkemiz için tehdit olmaktan çıkmış, Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, terörle fedakarca mücadele eden güvenlik güçlerimiz ülke içindeki teröristlere nefes aldırmadığı gibi ülkemiz dışındaki PKK terör örgüt mensuplarını da tam olarak inlerinde kıpırdayamaz hale getirmişti. Suriye’deki gelişmeler özellikle ABD’nin ülkemizin her türlü ısrarına rağmen PKK terör örgütünün Suriye kanadı olan YPG’ye verdiği destek ve YPG’yi Amerikan silahlarıyla ile ordulaştırması PKK terör örgütü yanlılarının iştahını kabartmış, terör örgütünün ayrılıkçı amaçlarının silahla değil ama siyaseten de konjektörün sağladığı rahatlıkla gerçekleştirebileceklerine inandırmıştı.

Şüphesiz 40 yılın üzerinde ülkemiz gündeminin hep en önünde gelmiş PKK terör örgütünün lağvedilmesi istisnasız 780.000 Km’lik coğrafyada yaşayan her bir bireyi tarifsiz bir şekilde mutlu edecektir. Bu anlamda “Terörsüz Türkiye” hedefi her Türkün idealidir. Ancak, Türk Milleti hiç şüphesiz ülkesinin bölünmesine de kesinlikle karşıdır. Bu süreçte özellikle DEM parti temsilcilerinin ısrarlı söylemleri PKK terör örgütün kendisini feshetme ve silahlarını bırakma eyleminin artık siyasi zeminde sürdürülmesi ve gerek Anayasa ve gerekse TBMM’de çıkarılacak yasalarla iki eşit halkın birlikte yaşayabileceği bir devlet modelinin inşa edilmesi ile mümkün olabileceğini ısrarla vurgulamaları halkın bu sürece tereddütlü yaklaşmasına neden olmaktadır. Nitekim, Bu süreçte Rojava Birlik ve Ortak Tutum Konferansında  Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den  Kürt tarafların temsilcilerinin katıldığı “Ulusal Konferans’ın sonuç bildirgesinde, “Ortak Kürt heyetinin ivedi bir şekilde oluşturulması” kararı alınarak,.”…Kürt halkı, ulusal haklarına ulaşmak ve üzerindeki baskıları bertaraf etmek için onlarca yıldır mücadele etmiş, bu ulusal mücadelesini Suriye’de çoğulcu demokratik bir sistemin inşası mücadelesiyle ortak bir şekilde yürütmüştür. Tarihi sorumluluklarımız ve mevcut sürecin gereklilikleri, kolektif iradeyle ortak bir Kurdi görüş oluşturmak ve Suriye’deki Kürt sorununa demokratik ve ademi merkeziyetçilik gibi adil bir çözümü gerekli kılmaktadır.” denilmiştir.

Esasen, 12 Mayıs 2025 tarihinde de  PKK terör örgütü,  5-7 Mayıs tarihlerinde güvenlik nedeniyle iki farklı alanda eşzamanlı bir biçimde yapıldığı belirtilen 12. Kongrenin sonuç bildirgesini açıklamış, yapılan açıklamada, “PKK’nın örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” denilerek, hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere TBMM’de temsili bulunan siyasi partiler ile diğer toplumsal kesimleri, barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırmıştır. PKK terör örgütünün bu bildirisinde  “… Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır. Aynı şekilde hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere mecliste temsili bulunan tüm siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, din ve inanç topluluklarını, demokratik basın kuruluşlarını, kanaat önderlerini, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, işçi-emekçi sendikalarını, kadın-gençlik örgütlerini, ekolojist hareketleri sorumluluk altına girerek barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırıyoruz…” denilerek, PKK adıyla faaliyetlerini son verdiklerini belirtmiştir. Burada önemli olan PKK terör örgütünün sadece yuvalandığı Kandil’deki örgütünü lağvetmesi değil, başta Suriye, Irak ve İran olmak üzere KCK yapılanması altında oluşturduğu tüm terör oluşumlarının feshedilerek, ülkemiz için tehdit olmaktan çıkmalarıdır. PKK terör örgütü kendini feshettiğini deklare ederken, acaba PKK terör örgütünün KCK çatı yapılanması içindeki uzantıları olan PYD, PÇDK ve PJAK gibi oluşumları da bu karara uyarak, kendilerini feshedecekler midir?

Şüphesiz bölücü terör örgütü ve yandaşları ne derse desin, bu süreçte önemli olan devletimizin kararlılığı, devletimizin bölücü terör örgütünün silahlarını teslim ederek kendisini feshetmesini nasıl gördüğü, nasıl değerlendirdiğidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın her vesileyle üstüne basa basa vurguladığı gibi “…Türkiye Cumhuriyeti devleti büyük bir devlettir, kudreti bir devlettir. Devletimiz hiçbir gücün karşısında diz çökmez ve çökmemiştir. Bakın 40 yıl boyunca ağır bedeller ödenmiştir, fakat Türkiye geldiğimiz noktada bu meseleyi artık bir hal yoluna koymuştur. Devletimizin toprak bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği, üniter yapımız, bayrağımız, resmi dilimiz asla tartışma konusu değildir. Ne yapılıyorsa tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet diyerek sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır. Cumhuriyetimizin temel niteliklerine dokunulmasına, bu işin yaygarasını koparanlardan önce biz karşı çıkarız, biz itiraz ederiz. Yapıcı eleştirilere, tenkitlere, tekliflere sonuna kadar açığız…, bakın bundan da büyük memnuniyet duyarız. Ama terörsüz Türkiye çabalarının zorlaştırılmasına iyi niyetli bakmayız. Buradan milletime açık yüreklilikle sesleniyorum; kimsenin kaygısı, endişesi, korkusu olmasın. ..”

Öte yandan yine Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında 22.05.2025 tarihinde Beştepe’de yaptığı toplantı sonrasında yayımlanan bildiride de; Terörsüz Türkiye hedefiyle atılan adımlar ile son gelişmeler değerlendirilmiş; tasfiye sürecinin her aşamasının hassasiyetle takip edilmesine, terörün ülkemizin gündeminden kalıcı olarak çıkarılmasına, milletimizin birlik ve beraberliğinin tahkim edilerek daha güçlü ve müreffeh bir Türkiye’ye ulaşılmasına yönelik kararlılık bir kez daha vurgulandığı unutulmamalıdır. Sürecin nereye evrileceğini şüphesiz zaman gösterecektir. Dileğimiz artık bu güzel coğrafyada insanlarımızın şimdiye kadar olduğu gibi birlik ve beraberlik içinde, refah ve huzur içinde ilelebet yaşamasıdır.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir