Yalınlık

Yalınlık

İlk yazımda hem günlük hayatımızda hem de bilimsel bir faaliyet içindeyken istemli ya da istemsiz olarak kullandığımız bir ilkeden bahsetmek istiyorum; Ockham’ın usturası.

“Ockham’ın usturası” bilimsel düşüncenin temel taşlarından biri olan “yalınlık” ilkesini ifade etmektedir. Tabi her olguda olduğu gibi bu ilkenin sınırları ve eleştirileri de mevcuttur. Bu sınırları ve eleştirileri de göz önünde bulundurarak bilimsel bilginin doğasına dair derinlemesine bir bakış sunmaya gayret göstereceğim.

Günlük yaşamda çoğu zaman karşımıza çıkan basit ama güçlü bir mantık ilkesi vardır: “Eğer iki açıklama aynı sonucu veriyorsa, daha az varsayım içeren tercih edilmelidir.”  Bu düşünce İngiliz filozof “Ockhamlı William” tarafından sistematik hale getirilmiştir ve “Ockham’ın usturası” olarak felsefe ve bilimin ortak külliyatına eklenmiştir.

Ockham’ın usturası yalnızca bilim insanlarının değil, günlük hayatımızda da farkında olmadan uyguladığımız sezgisel bir ilkedir. 1287–1347 yılları arasında yaşayan William of Ockham, karmaşık açıklamalara karşı çıkarak, bir olgunun açıklanmasında en az varsayımın kullanılmasını savunmuştur. Bu yöntem bilimsel yöntemin temel taşlarından biri olan “yalınlık” ilkesine dönüşmüştür. Ockham, bir olayın doğasını anlamak için çok sayıda ara neden ileri sürmenin anlamsız olduğunu belirtmiş ve gereksiz açıklamaların düşünce sürecinden ayıklanmasını (ustura ile tıraşlanmasını) önermiştir.

Modern bilimde Ockham’ın usturası özellikle hipotez oluşturma ve ilgili hipotezi test etme süreçlerinde kullanılmaktadır. Aynı gözlemi açıklayan birden çok teori varlığında daha az varsayıma dayanan teori tercih edilmektedir. Bu durum yalnızca doğruluk şansı açısından değil, test edilebilirlik ve pratiklik bakımından da avantaj sağlamaktadır. Bu yöntemle bilim insanları dikkatlerini az değişkenle ifade edilebilecek modellere yöneltebilir ve derinlemesine odaklanabilirler.

Bu bakış açısı sezgisel olarak günlük yaşantımızda da her an yanı başımızdadır. Örneğin, bir sabah işe giderken arabası çalışmayan biri önce en basit nedenleri düşünür. “Yakıt bitmiş olabilir; akü boşalmış olabilir. Kimse önce motorun silindirlerine yabancı bir madde karıştığını ya da uzaylı varlıkların müdahalesini aklına getirmez Evde kullandığımız Wi-Fi çalışmadığında modem fişi çekilip takılır. Nedenler arasında önce bağlantı hatası akla gelir ve en basit çözüm yolu olarak “yeniden başlatma” kullanılır, küresel sunucu çökmesi veya kablonun yer altında kemirgenlerce yenmesi gibi daha kompleks yaklaşımlar ancak ilk seçenekler çözüm sağlamazsa akla gelir.

Hayatımızdan bu örnekler Ockham’ın usturasının yalnızca bilimsel süreçlerde değil, insan davranışlarında da sezgisel bir araç olarak işlediğini göstermektedir. Bilim dünyasından örnekler verecek olursak, Kopernik’in Güneş merkezli modeli diğer modellere çok daha yalındı. Bu sadelik açıklayıcılıkla birleşince devrim yaratmıştır. Watson ve Crick, DNA’nın yapısını açıklamak için en yalın modeli -çift sarmal- önermişlerdir. Bu model karmaşık varsayımlardan uzak ve deneylerle doğrulanabilir bir öneriydi. Tıpta ise tanı koyarken ilk olarak yaygın görülen hastalıklar düşünülmektedir. Örneğin; baş ağrısı yaşayan  hastada önce migren ya da sinüzit akla gelir; beyin tümörü veya komplike nörolojik sorunlar ancak diğer olasılıklar elendikten sonra değerlendirilmektedir.

Peki, bu yaklaşımın sınırları var mıdır? Ockham’ın usturası yalınlığı önerse de her durumda geçerli değildir. Doğa bazen karmaşık süreçler üzerinden işlemektedir. Kuantum mekaniği gibi bilim dallarında ise olayların açıklanması yalın bir modelle mümkün olmamaktadır. Bu durumlarda ise ustura, “doğruyu değil”, sadece başlangıç için “en pratik yolu” bulmamız için elimizdedir.  Ayrıca bazı bilim insanları yalınlığı bilimsel doğrulukla karıştırmanın tehlikelerine dikkat çekmektedir. Bir başka deyişle; en basit açıklama her zaman en doğru açıklama olmayabilir. Ockham’ın usturası, bilimsel düşüncede ve gündelik yaşamda karar alma süreçlerinde sadeleştirici bir araç olarak önemli bir yer tutmaktadır. Bilimsel modellemelerin oluşturulmasında ve sınanmasında “yalınlık”; düşüncenin odaklanmasına, kaynakların verimli kullanılmasına ve açıklamaların daha anlaşılır hale gelmesine katkı sunmaktadır. Ancak bu ilke, mutlak doğruluğun anahtarı değil, daha iyi sorular sormanın bir aracı olarak görülmelidir.

“Fazlalıkları ayıklamak çoğu zaman gerçeğe ulaşmanın ilk adımıdır.”

Güncel konularımızdan biri olan yapay zekâ, tahmin modellerinde çoğu zaman çok karmaşık “katmanlı” yapılar kullanmaktadır. Ancak bu sistemler de diğer sistemler gibi Ockham’ın usturasıyla sınanmaktadır: daha az parametreyle aynı doğruluk sağlanabiliyorsa, neden daha karmaşık bir model kullanılsın? Bu soru yapay zekânın geleceği ve insan-benzeri düşünme sistemlerinin tasarımında nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda felsefi soruları da beraberinde getirmektedir.

“Basitlik zekânın bir işareti midir, yoksa zekâ karmaşıklığı yönetme yeteneğinde mi yatmaktadır?”

Ockham’ın usturası yalnızca bir düşünme tekniği değil, entelektüel bir sadelik çağrısıdır. Bilimde, felsefede ve gündelik kararlarımızda –hangi açıklamanın daha olası olduğuna karar verirken– bize rehberlik etmektedir.

Karmaşık olanı anlamaya çalışırken, belki de önce usturayı elimize almalıyız; çünkü çoğu zaman en basit cevap gözümüzün önünde, tam karşımızdadır.

 

Dr. Ömer Can ÜNÜVAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir