Türkiye-Pakistan Nükleer İşbirliği: Tarihsel Arka Plan ve Güncel Durum
Tarihsel Arka Plan
Türkiye ve Pakistan, Soğuk Savaş döneminde CENTO gibi Batı yanlısı ittifaklarda yan yana yer
almış; her iki ülke de Batı’dan askeri malzeme temin etmiştir. Son yıllarda ise Pakistan’a yönelik
Türk savunma ihracatı hızla artmış; 2016–2019 arasında Türkiye, Pakistan’ın en büyük üçüncü
savunma sanayi pazarı haline gelmiş, toplam 112 milyon dolarlık silah ve mühimmat satışı
gerçekleştirmiştir. Bu dönemde Türkiye, Pakistan’a MILGEM sınıfı korvetler ve T-129 Atak
helikopterleri satmış, ayrıca Pakistan TAI ile işbirliği yaparak İHA/SİHA projelerinde ortaklık
kurmuştur. Öte yandan 1970–80’lerde ABD, nükleer teknolojinin Pakistan’a geçişini engellemek
için Ankara’ya sıkça diplomatik nota vermiş ve Türkiye merkezli malzeme akışına tepki
göstermiştir. Dönemin belgelerine göre, ABD istihbaratı Pakistan’ın santrifüj programına
Türkiye’den de ekipman gittiğini tespit etmiş, Ankara’ya etkin ihracat kontrolleri kurması için baskı
yapmıştır. Türkiye ise o dönemde yasaları güçlendirse de ihracat kontrollerini tam uygulamada
güçlük çekmiştir
Pakistan’ın nükleer programının mimarı Prof. Dr. Abdul Qadeer Khan’ın 1990’larda yürüttüğü
ticarî nükleer faaliyetler, dünya kamuoyunda sıkça tartışılmıştır. Khan’ın ağı, İran, Kuzey Kore,
Libya gibi ülkelere teknoloji satarken Türkiye de ara aktör olarak anılmıştır. Örneğin IISS raporu
Nuclear Black Markets Türkiye firmalarının da Pakistan’ın santrifüj programına malzeme
sağladığını belirtmiştir. Ancak uluslararası denetimler ve Türk makamları, Türkiye’de gizli bir silah
programı olduğuna ilişkin hiçbir kanıt ortaya koyamamıştır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı
(UAEA) 2015’te Türkiye’de kapsamlı inceleme sonunda “Türkiye’de kayıtsız ve gizli hiçbir
nükleer faaliyet olmadığı” sonucuna varmış, ABD’li yetkililer de Türkiye’nin uranyum
zenginleştirmeye ilgi duymadığını doğrulamıştır. Özetle, tarihsel olarak Türkiye–Pakistan güvenlik
işbirliği dostane ilerlese de, nükleer teknoloji aktarımına dair iddialar resmî kaynaklarca
doğrulanmamıştır; hem 2000’lerde hem son yıllarda Pakistan cephesinden gelen açıklamalar bu
iddiaları reddetmiştir.
Askerî ve Stratejik Boyut
Savunma sanayii alanında Türkiye ile Pakistan stratejik ortaklığa doğru yaklaşmaktadır. 2016’da
kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) ile iki ülke savunma, eğitim ve enerji
gibi alanlarda bağlarını kurumsallaştırmıştır. Örneğin, Türkiye’nin geliştirdiği MİLGEM Ada sınıfı
korvetleri ve T-129 Atak helikopterleri Pakistan ordusuna satılmıştır. 2021 yılına dek Türkiye dört
MİLGEM korvet satmış ve ilki 2022’de PNS Babur adıyla denize indirilmiştir. Ayrıca, Türk
Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) ile Pakistan Denizcilik Araştırma Enstitüsü arasında gemi
yapımı protokolleri imzalanmış, Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı ile Pakistan Savunma
Üretimi Bakanlığı ortak projeler yürütmektedir. Her iki ordunun katılımıyla düzenlenen ortak
tatbikatlar (örn. 2023’teki Atatürk–X tatbikatı) iki ülke askerî koordinasyonunu güçlendirmektedir.
Nisan 2021’de Pakistan Deniz Kuvvetleri’ne teslim edilmek üzere İstanbul’da demirleyen
MİLGEM korvetinin yanında verdiği fotoğrafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ve Pakistan’ı
“kardeş ülkeler” olarak tanımlamıştır. Bu tür törenlerde ve lider açıklamalarında “müttefiklik” ve
“kardeşlik” vurgusu, savunma sanayii bağlarını politik bir kardeşlik retoriğiyle meşrulaştırmaktadır.
Buna karşılık, son dönemlerde Türkiye’nin nükleer teknoloji edinme arayışı konusundaki iddialar
medyada yer almıştır. Özellikle Aralık 2020’de düzenlenen Yüksek Düzeyli Askerî Diyalog Grubu
(HLMDG) toplantısında nükleer başlıklı füze teknolojisi paylaşımının gündeme geldiğine dair
Hindistan kaynaklı haberler çıkmıştır. Bu haberlere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Pakistan
Genelkurmay Başkanı’yla görüştüğü ve Pakistanlı heyetin TUSAŞ, HAVELSAN, ASELSAN gibi
kuruluşları ziyaret ettiği öne sürülmüştür. Ancak bu tür iddialar resmi olarak yalanlanmış, Pakistan
tarafı Prof. A.Q. Khan örneğinde olduğu gibi “saçma” demiştir. Pakistan merkezli analizler de
süregiden işbirliğini Batı karşıtlığı bağlamında değerlendirmekte; Türkiye–Pakistan
yakınlaşmasının Çin ve Rusya eksenindeki ilişkilerin bir yansıması olduğunu belirtmektedir. Özetle,
füze sistemleri ve ileri silah teknolojileri konusundaki işbirliği hız kazanırken, nükleer teknoloji
paylaşıldığı yönündeki yaygın propagandaya dayalı iddialar somut verilerle desteklenmemektedir.
Uluslararası Diplomatik Etkiler
ABD ve NATO
Türkiye, 1952’den beri NATO üyesi olarak ittifakın kolektif güvenliği içinde yer alır. Bu bağlamda
Ankara, ABD tarafından sınırları dışındaki tehditlere karşı Nükleer Silah Paylaşımı (Nuclear
Sharing) kapsamında nükleer caydırıcılık garantisi altındadır. İncirlik Üssü’nde bulunan yaklaşık 50
adet Amerikan B61 nükleer bombası Türkiye’de depolanmakta, ancak Türkiye kendi başına nükleer
görev uçağı ya da füzesi bulundurmamaktadır. ABD Dışişleri de zaman zaman Türkiye’yi NPT
yükümlülüklerine sadık kalmaya çağırmakta, nükleer silahsızlanma anlaşmaları çerçevesinde
sözlerine dikkat etmesini hatırlatmaktadır. Bununla birlikte Washington, S-400 krizi gibi sorunlara
rağmen Türkiye ile stratejik ilişkisini tamamen koparmamakta; Türkiye’yi Batı cephesi için önemli
bir müttefik görmeye devam etmektedir. NATO da benzer bir ikilem yaşamış; ABD, Türkiye’nin
S-400 alımına misilleme olarak F-35 programından çıkarmış, ama Türkiye’nin ittifak içindeki
rolüne doğrudan son vermemiştir.
Hindistan ve Çin
Hindistan, Türkiye–Pakistan yakınlaşmasını bölgesel güvenlik açısından tehdit olarak görmektedir.
Hindistan medyası ve analizleri, Türkiye’nin Pakistan’la askeri bağlarını, özellikle nükleer ve füze
teknolojisi alanında artan işbirliği bağlamında yorumlamaktadır. Oysa Türkiye resmi olarak
Pakistan’ın nükleer kapasitesini eleştirmekte değil, Keşmir’de Pakistan’ı destekleyen bir tutum
sergilemektedir. Çin ise Pakistan’ın geleneksel stratejik ortağıdır ve Türkiye ile de yakın siyasi
ilişkiler kurmuştur (örneğin 2017’de Türkiye–Çin sinop nükleer santral mutabakatı). Çin tarafı,
genellikle İslamabad-Ankara ittifakını Hindistan karşıtı çok kutuplu yapı olarak görmekte, tarafsız
ya da destekleyici bir yaklaşım sergilemektedir. Özetle, Pekin’in Türkiye–Pakistan bağı bölgesel
güç dengesinde Hindistan’a karşı denge unsuru, Washington’un ise ittifak içindeki güvenlik
işbirliğine yeni bir öge olarak değerlendirilir.
NPT Bağlamında Analiz
Türkiye, 1980’de Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olmuş ve
nükleer silah geliştirmeyeceğine dair taahhütte bulunmuştur. Bu nedenle Türkiye uluslararası hukuk
çerçevesinde nükleer silah edinmekten resmi olarak vazgeçmiştir. Türkiye halen NPT hükümlerine
göre sivil nükleer enerji hakkını korurken, herhangi bir gizli silah programı olmadığı ilgili
kuruluşlarca teyit edilmiştir. Pakistan ise nükleer silah kapasitesine sahip olmasına karşın NPT’ye
imza koymamıştır ve bunu “ayrımcı bir rejim” olarak nitelendirmektedir. Sonuç olarak iki ülkenin
hukuki statüleri farklılık gösterir: Türkiye, NPT’nin silahsızlanma ilkesine uygun hareket ederken,
Pakistan mevcut durumunu korumakta ve Sıcak Kıta’daki üstünlüğünü sürdürmektedir.
İİT ve Orta Doğu Dengesi
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantılarında Türkiye ile Pakistan genellikle ortak söylemler
geliştirmiştir. Özellikle Kashmir, Filistin ve diğer İslâm dünyası meselelerinde birlikte hareket
etmektedirler. Örneğin son yıllarda İİT platformunda Türkiye’nin Pakistan’ın Keşmir politikasını
desteklediği ve Pakistan’ın da Türkiye’yi Filistin davasında desteklediği vurgulanmıştır. İki ülke
üçlü Türkiye–Azerbaycan–Pakistan zirvelerinde Kıbrıs’tan Karabağ’a, Keşmir’den enerji
koridorlarına kadar geniş bir coğrafyada ortak çıkar bildirisinde bulunmuştur. Orta Doğu’da da
Türkiye ve Pakistan, İran–İsrail gerilimine karşı benzer tutumlar almış; Türkiye, Pakistan Dışişleri
Bakanı’nın Haziran 2025’te İstanbul’daki İİT toplantısına ev sahipliği yaparken Gazze’deki insani
kriz için çağrılar yapmıştır. Bu sinerji, “Müslüman kardeşlik” söyleminin somutlaşması olarak
değerlendirilmektedir.
Sosyopolitik Etkiler
Kamuoyu ve Algı
Her iki ülkede de nükleer güç meselesi kamuoyunda ilgi görmekte, milliyetçi bir vurgu
oluşturmaktadır. Türkiye’de yapılan anketler, Türk halkının İran gibi bölgesel tehditlere karşı kendi
nükleer cephanesini oluşturma fikrine kayda değer destek verdiğini göstermiştir: 2012 tarihli bir
kamuoyu araştırmasına göre katılımcıların %54’ü Türkiye’nin nükleer silah edinmesini desteklemiş,
yalnızca %8,2’si NATO güvencesinin yeterli olduğunu düşünmüştür. Buna paralel olarak
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 2019’da “Bazı ülkelerde nükleer başlıklı füzeler var, ama bizim
olmaması kabul edilemez” ifadelerini kullanarak bu kaygıya ses vermiştir. Pakistan’da ise “nükleer
silaha sahip ilk Müslüman ülke” imajı güçlüdür. Örneğin eski Cumhurbaşkanı Mamnoon Hüseyin,
Pakistan’ın nükleer denemeleriyle Hindistan’ı susturduğunu ve İslam dünyasının kendisini cesaretle
savunduğunu söylemiştir. Bu anlamda Türkiye’deki bazı milliyetçi ve muhafazakâr kesimler,
Pakistan’dan işbirliğiyle kazançlı çıkılacağını düşünmekte, öte yandan muhalefet kısıtlayıcı
yaptırımlar konusunda endişe duyabilmektedir. Her iki ülkede de devlet medyası ve siyasetçiler,
“Müslüman kardeşlik” teması çerçevesinde ortak başarı vurgusu yapmaktadır.
İslam Dünyasında Sembolik Rol
Pakistan, nükleer silah gücünü İslam dünyasının gurur vesilesi saymakta, bu konudaki söylemini
“İslam dünyası liderliği” bağlamında şekillendirmektedir. Türkiye’nin de laik yapısına rağmen AKP
iktidarı döneminde İslamî retoriği güçlenmiş; Ankara’nın CPEC, İİT, İslamabad gibi platformlarda
dayanışmaya vurgu yapması, bu işbirliğine sembolik değer katmaktadır. Örneğin Erdoğan 2023
yılında “Kardeş Pakistan’la omuz omuza” ifadesini kullanmış, Pakistanlı yetkililer de “Türkiye’nin
arkasındayız” mesajları vermiştir. Böylece bu işbirliği, iki ülkenin İslam toplumu önündeki imajını
beslemekte; Türkiye hem bir NATO müttefiki hem de İslamcı söylemi olan bir aktör olarak iki
cephede güç gösterisi yapmaktadır. Pakistan açısından da Türkiye ile yakınlaşma, Müslüman
coğrafyada prestijini artırmakta, “İki Müslüman nükleer güç” algısını perçinlemektedir.
Türkiye’de Sivil–Asker Dengesi
Türkiye’de savunma ve dış politika konularında karar alma mekanizmaları son yıllarda sivillerin
kontrolüne geçmiş olmakla birlikte, askeri bürokrasinin etkisi tamamen kaybolmamıştır. Türkiye–
Pakistan işbirliği genellikle hükümetler ve Genelkurmay başkanları düzeyinde yürümektedir.
Örneğin Türkiye–Pakistan Güvenlik Zirvesi cumhurbaşkanları ve bakanların katılımıyla yapılırken,
askerî teknoloji ve eğitimi askerlere yönelik konular HLMDG gibi askerî diyalog grupları üzerinden
görüşülmektedir. 2000’li yıllarda askeri vesayet yapılarını tasfiye eden Türkiye’de artık hükümet
savunma politikasını belirlerken, ordunun da onayını alması önemlidir. Nitekim 2020’deki HLMDG
toplantısında da Genelkurmay Başkanı’nın heyette olması, işbirliğinin askeri boyutunu
göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’deki sivil-asker dengesi, savunma işbirliğinde hükümet odaklı
seyrin devamını sağlayacak görünmektedir.
Fahir ÖNER
IPPC Gn.Bşk.Yrd.