YAVUZ’UN KAZASKERİ, KANUNİ’NİN ŞEYHÜLİSLAMI İBN-İ KEMAL’İN HAYATINDAN BİR KESİT
Bu yazımda Osmanlı Devleti’nin zirve yaptığı dönemlerde yaşamış ve görev almış Yavuz’un kazaskeri, Kanuni’nin şeyhülislamı İbn-i KemAl’in hayatından bir kesit sunacağım. Gerçekten büyüklerin hayatları da bir farklı olup, İbn-i Kemal’in de hayatı, çalışmaları, ideali, gösterdiği cehd ü gayret de tam örnek alınabilecek bir durumda. Bu itibarla onun daha ilk yıllarında askeriyeden ilmiyeye geçişi de çok manidardır. Bu münasebetle kısaca onun ilmiyeye intisabından söz edelim.
Sözünü ettiğimiz şöhretli şahıs, Fatih çağı beylerinden Kemal Paşa’nın torunu ve Bayezid II çağı beylerinden Süleyman Bey‘in oğludur ve dedesine nispetle Kemal Paşa-zâde ya da İbn-i Kemal diye anılır. Asıl adı Şemsü’d-Din Ahmed b. Süleyman’dır. Bayezid II döneminde kendini tanıtmağa başlamış, Yavuz Sultan Selim ve nihayet Kanuni Sultan Süleyman devrinde şöhretinin zirvesine yükselmiş seçkin bir devlet ve ilim adamıdır. Yalnız Türklerin değil bütün İslâm aleminin iftihar ettiği mümtaz ve muhakkik âlimlerden olan Şemsü’d-Din Ahmed, 873/1468-1469’da dünyaya geldi. Nerede dünyaya geldiği konusunda ise Tokat, Amasya ve Edirne arasında ihtilaf vardır.
Ailesinin nezaretinde iyi bir tahsil gören ve küçük yaşta alet ilimlerini tahsil ve tekmil eden İbn-i Kemal, gelenek icabı önce askeri sınıfa girmiş ve altı-bölük sipahisi olarak Bayezid II’in seferlerine katılmıştır. Bir sefer esnasında Filibe’de Vezir Çandarlı-zâde İbrahim Paşa’nın başkanlığında bir mecliste Tokatlı Molla Lütfü (v. 900/1495)’nin akıncı sancak beyi olan Evrenos-zâde Ahmed Bey’in üst tarafına oturduğunu görür, Molla Lütfü’nin hüviyetini ve görevini sorar. Otuz akçe ile müderris olduğunu duyunca, kendisinin ne kadar çalışsa da Evrenos-zâde gibi olamayacağını, fakat okursa sancak beylerinin üstüne geçebileceğini düşünerek seferden dönüşte askerliği terk ederek, ilmiyeye geçmeğe karar verir. Bu düşüncesini şöyle dile getirir: “Bence Ahmed Bey’in mertebesini istihsal mümkün değildir. Amma ikdam ve ihtimam ile şu Mollanın derecesine vusûl, belki ona tefevvuk kâbildir. İnşallah seferden avdet müyesser olursa, esbâb-ı lâzimesine teşebbüs edeyim”.
İbn-i Kemal bu kararı verdikten ve Edirne‘ye döndükten verdiği karar gereği hemen askerlikten ayrılır. Edirne’de bulunan Dârulhadîs Medresesi’ne müracaat eder. Garip bir tecellidir ki, Molla Lütfü de bu medreseye tayin edilmiş ve göreve başlamıştır. Edirne Dârulhadîsi’ne devam eden İbn-i Kemal, Molla Lütfü (v. 900/1495)’nün derslerini takibe başlar. Öncelikle Şerh-i Metali’yi şerhleri ile birlikte ondan, diğer ilimleri de Molla Kestelli adıyla bilinen Muslihiddin Mustafa Efendi (v. 901/1495), Hatib-zâde Muhyeddin Mehmed Efendi (v. 901/1495) ve Maruf-zâde Sinaneddin Yusuf Efendi (v.?)’den usul ve Tefsîr gibi ilimlerden bazı konuları takip ederek, kısa bir zamanda tahsilini tamamlar.
İbn-i Kemal, zamanın tanınmış âlimleri olan mezkur şahsiyetlerden icazet alıp, tahsilini tamamladıktan sonra, bir medreseye tayini için Rumeli Kazaskeri Hacı Hasan-zâde Mehmet Efendi‘ye müracaat eder. Bu tarihte Edirne‘de Taşlık ismi ile tanınan, Ali Bey’in medresesi boş bulunmaktaydı. Bu medrese İbn-i Kemal’e münasip olmakla birlikte, talebeliği esnasında göstermiş olduğu yüksek istidat ve kabiliyetten rahatsızlık duyan Kazasker Hacı Hasan-zâde Mehmet Efendi, onu ufak bir kadılıkla, Edirne’den uzaklaştırmak arzusundadır. Bundan dolayı, kendisine ancak bir kadılık verebileceğini bildirir. Bu durum karşısında İbn-i Kemal, baba dostu ve o tarihlerde Anadolu Kazaskeri bulunan Müeyyed-zâde Abdurrahman Efendi ile görüşür. Müeyyed-zâde Abdurrahman Efendi ise, Rumeli Kazaskeri’nin İbn-i Kemal’in bir kadılığa tayin edilmesini Padişaha arz ettiği zaman, Padişah Bayezid II. söz konusu zatı tanıdığını söyler. Ailesini, bilgi ve istidadını anlatarak, onun alelade bir kadılık ile israf edilmemesini ve boş bulunan Ali Bey Medresesi’ne otuz akçe ile tayin edilmesini ister. Padişah, Lala-zâdesi hakkında bu malumatı aldıktan sonra, arzusu üzerine Taşlık müderrisliğine tayin eder.
İbn-i Kemal, baba dostu Müeyyed-zâde Abdurrahman Efendi (v. 922/1516) vasıtasıyla, Padişah II. Bayezıt’in himayesine de mazhar olmuş ve bu sayede çok geniş bir çalışma imkanına da kavuşmuştur. Mesela, Müeyyed-zâde’nin tavsiyesi üzerine, İdris-i Bitlisi (v. 926/1521)’nin Farsça olarak yazdığı Heşt Behişt adlı Osmanlı tarihine, nazîre olmak üzere, Türkçe bir Osmanlı tarihi yazmak vazifesi de İbn-i Kemal’e verilmiştir. Bu iş için kendisine otuz bin akçe ihsan edilerek, maddî ve manevî yönden tatmin ve taltif edilmiştir. Müeyyed-zâde’nin 917 / 1511-1512 yılında Rumeli kazaskerliğine getirilmesi üzerine, günlük 40 akçe ile Üsküp‘te İshak Paşa Medresesi’ne nakledilir. Bu esnada Seyyid Şerif el-Cürcânî (v.816/1413)’nin Şerhu’l-Miftâh adlı eserine bir hâşiye kaleme alır. Yine Müeyyed-zâde’nin himayesinde olarak, az bir zaman sonra Edirne hariç payelilerinden ve altmışlı medreselerinden biri olan Halebiyye‘ye tayin edilir. Burada kaleme aldığı, Risâletü’l-Kâfiye adlı eserinin, te’lif tarihinden anlaşıldığına göre Halebiyye‘ye nakli 918/1512- 1513 tarihinde vukû bulmuştur. Halebiyye Medresesinden sonra, Üç Şerefeli Medreselerinin birinde ve İstanbul Sahn-ı Seman‘da bir müddet ders verdikten sonra, o tarihlerde Osmanlı Devleti‘nin en yüksek medreselerinden biri olan Edirne’deki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim‘in İbn-i Kemal’e büyük saygısı vardı. Bunun sebebi ise onun ilmî yeterliliği ve Osmanlı umûmî efkârını Şiî Safevilere karşı hazırlamak gayesi ile kaleme aldığı bir risâlesidir. Nitekim Çaldıran‘dan döndükten sonra, 922/1516 tarihinde evvela Edirne kadılığına ve arası çok geçmeden, Cemazielevvel 922 / Haziran 1516’da Anadolu kazaskerliğine getirilir. Kazasker sıfatı ile Mısır seferinde Sultan’a refakat eder. Sahip olduğu üstün vasıflar sebebi ile Padişah’ın yanında büyük itibar görmüş ve üç sene kadar süren sefer boyunca, ekseri zamanlarını onun huzurunda geçirir. Zamanımıza kadar intikal eden birçok tarihi hikayeler, bu yakınlık sonucunda meydana gelmiştir.
Mısır seferi dönüşünde İbn-i Kemal’in atının ayağından sıçrayan çamurlar Yavuz‘un elbisesini kirlettiği zaman, Sultan Selim ulemâ ayağından sıçrayan çamurun medar-ı ziynet ve bâde-i mefharet olacağını beyan ederek çamurlu elbisesinin vefatından sonra sandukası üzerine konulmasını vasiyet eder. Bu hadiseyi, Yavuz gibi şedit bir hükümdarın İbn-i Kemal’e ve onun şahsında ilme verdiği değerin bir tezahürü saymak icap eder. Yavuz’a ait olan bu kaftan onun vefatından sonra vasiyeti üzerine sandukası üzerine konulmuş ve uzun süre üzerinde kalmıştır. Sonrasında resterasyon için alınıp, Milli Saraylar Tekstil Atölyesine götürülmüştür. Resterasyon ve konservasyonu yapıldıktan sonra 20 Nisan 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı İsmail Kahraman tarafından 12 yıl sonrasında yeniden türbeye yerleştirilmiştir.
İbn-i Kemal, 925-1519’da kazaskerlikten ayrılır ve yüz akçe ile Edirne Dârulhadîs‘inde müderris olarak görev alır. Şaban 932 / Mayıs-Haziran 1526’da Zenbilli Ali Efendi adıyla bilinen, Ali Cemâli Efendi’nin vefatı üzerine Kanuni Sultan Süleyman zamanında Müftü (şeyhülislâm) olarak tayin edilir ve vefatına kadar bu vazifede kalır. 2 Şevval 940 / 16 Nisan 1534’de vefat eder. İstanbul‘da Edirnekapı dışındaki, Emir Buhârî câmiî yanındaki Mahmud Çelebi Zâviyesine defnedilir. Vefatı, Mekke’de haber alındığında, fazilet ve kemaline hürmeten salât-ı gâib denilen cenaze namazı kılınır. İbn-i Kemal’in yerine İstanbul Kadılığından azledilmiş olan ve yine kendilerinin has öğrencilerinden, ihtisas sahibi Sâdi Çelebi (v.944/1538) getirilir.
Onun vefatı ile ilgili düşürülen tarihlerden bir kısmı şöyledir: “İrtehale’l-ulûm bi’l-Kemal”, “Vây gitti Kemali bu asrun”, Mâte veliyyü’l-Arabi ve’l-Acem.” Kendisinin ölüm öncesi bir durum olan ihtizar halinde söylemiş olduğu şu söz de onun vefat tarihini bildirir: “Yâ Ahad! Neccinâ mimmâ nehâf.” Tarih düşürmekle ilgili olan bu ifadeler dahi onun ne derece ilmî fazilete sahip olduğunun bir göstergesidir.
Buraya kadar anladığımız odur ki, İbn-i Kemal’in döneminde ilmiyeye verilen değer askeriyeye verilen değerden daha fazladır. Ayrıca, zamanımızda olduğu gibi İbn-i Kemal’in döneminde de insanın fıtratı gereğidir ki, bir kısım insanlar farklı yöntemlerle liyakat sahibi olanların önlerini kesmek için farklı yöntemlere başvurmakta idiler. Aynı konu ile alakalı olarak bir kısım yetkililerin de liyakatına güvendikleri kimseleri referanslarına bakarak iyi yönde değerlendirdikleri de bir gerçektir. O zamanla bu zamanın değişeni nedir denilir ise, isimler, failler ve aktörlerdir demek mümkündür. İbn-i Kemal ile alakalı yazdıklarımızın kaynağı ve daha fazla bilgi için İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz (İbn-i Kemal’in Ehl-i Sünnet Düşüncesi) adlı kitabımıza bakılabilir.