Savaş ve Çatışma Bölgelerinde İnsanlığın Vicdanı INGO’lar

Savaş ve Çatışma Bölgelerinde İnsanlığın Vicdanı INGO’lar

Doç. Dr. Özcan ERDOĞAN

 

Geçenlerde ülkemizin en önde gelen Vakıflarından birisi olan Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı adına katıldığım ve ağırlıklı olarak uluslararası kriz ve çatışma bölgelerinde insani yardımların konuşulduğu toplantıda bir kez daha, başta ülkemizde faaliyette bulunan Vakıf ve dernekler olmak üzere, “Uluslararası Hükümetdışı Kuruluşlar” olarak da adlandırılabilecek INGO’ların, giderek demokratik değerlerin geliştiği ama ne yazıktır ki özellikle ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu çoğrafyasında olduğu gibi çatışmaların ve insanlık dramlarının yoğunlaştığı bölgelerde üstlendikleri görev ve yürüttükleri muazzam çalışmaların, insanlığın içinde bulunduğu sorun ve sıkıntıların çözümünde ne kadar etkili oldukları gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Özellikle vicdanı olan insanlığın bir an önce son bulmasını güçlü gösterilerle kendi hükümetlerinden talep ettiği ancak ne yazıktır ki, ABD ve Batılı Devlet yöneticilerinin hala suskun kalırken, Gazze’de yaşanan insanlık dramına, savaş ortamında canları pahasına gerçekleştirdikleri insani yardım faaliyetlerinin yanında hunharca saldırılar sonucunda her gün canlarını kaybeden masum Gazzelilerin dramlarını cesurca dile getirerek, daha henüz insanlığın ölmediğini haykırmaya, bölgede yaşanan insanlık dramını tüm boyutları ile dünya kamuoyunun dikkatine sunmaya, hayatlarını kaybetmeyi göze alarak gözler önüne sermeye ve Gazze’de yaşanan insanlık dramı karşısında suskun insanlığın vicdanı olmaya devam ediyorlar.

 

Gerçekte, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra konuşulmaya başlanmasıyla birlikte genel olarak Doğu bloğunun ve iki kutupluluğun sona ermesinden sonra gündeme oturan Yeni dünya düzeni, soğuk savaş süresince varolan fakat diğer siyasal tehlikelerin öneminden dolayı su yüzüne çıkamayan çok çeşitli mikro problemin dünya toplumlarına ve siyaset arenasına yerleşmesini de beraberinde getirmiştir. Bu süreç, dünyanın eskiden olduğu gibi sadece ikiye değil, onlarca birbirinden farklı nedenli inanç, düşünce ve ekonomik bloklara bölünmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda kültürel, tarihi, dini ve iktisadi kökenli ayrılık ve farklılıkların yoğunlukla yaşandığı özgüven ve bir siyaset anlayışı ortaya çıkmıştır[1] Başka bir ifadeyle günümüzün yeniden şekillenen dünyasında sivil toplum kuruluşları, bu yeni anlayışın en önemli aktörleri olarak karşımıza çıkarmaktadır.

 

Öyle ki günümüzün küresel ekonomik ilişkilerinde ulusal hükümetlerden beklenen sadece küresel ekonominin gerektirdiği kamusal hizmetlerle sınırlı olunca, bu durum Uluslararası STK’ların hem ulusal hem de uluslararası güç ve etkinliklerinin gittikçe artmasına yol açmıştır. Örneğin, Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulduğunda uluslararası ilişkileri belirleyen temel aktörlerin devletler olduğu konusunda herhangi bir kuşku bulunmamaktaydı. Oysa günümüzde, STK’lar uluslararası ilişkileri zaman zaman devletlerden çok daha fazla etkileyen yeni aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Nasıl tanımlanırsa tanımlansınlar STK’lar, günümüzde uluslararası sisteminin önemli aktörleridir. Kimi büyük STK’ların bütçe ve kaynaklarının çok sayıda gelişmekte olan ülkenin bütçesinden daha fazla olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

 

Örneğin, Greenpeace’in şu anda Avrupa, Amerika, Asya ve Pasifik’te 40 ülkedeki varlığıyla, 24 ulusal ve 4 bölgesel ofisi ve bu ofislerin yaptığı çalışmaları olanaklı kılan ve 101 ülkede 2.9 milyon destekçisi bulunmaktadır. Bu gücüyle Greenpeace 1971 yılında ABD’nin Alaska’da nükleer denemeleri durdurmasında, 1996 yılında atom bombası denemelerinin dünya çapında yasaklanmasında, 1998 yılında Shell’in Brent Spar petrol platformunun 1995 yılı içinde Kuzey Denizi’ne batırılmasının engellenmesinden sonra benzer tesislerin Kuzey Atlantik’te denize batırılması yasağının konması ve uygulanmasında 2000 yılında Türkiye’deki nükleer enerji planlarının iptal edilmesinde ve yine 1995 yılında İzmir’in Salhane bölgesinde bulunan tabakhanenin körfeze boşalttığı atıklar nedeniyle kapatılmasında kamuoyunda  iz bırakan, etkili eylemleriyle büyük bir rol oynamıştır. Halen okyanusların ve yaşlı ormanların korunması, iklim değişikliğini durdurabilmek için fosil yakıtların kademeli olarak sonlandırılması ve yenilenebilir enerjilerin teşvik edilmesi, nükleer silahlanma ve nükleer kirliliğe son verilmesi, temiz ve geri dönüştürülebilir enerjinin kullanılması, zehirli kimyasalların ortadan kaldırılması, genleri ile oynanmış organizmaların doğaya bırakılmasının önlenmesi, savaşların önlenmesi, küresel ısınmanın durdurulması,  ticari amaçlı balina avının kontrol altına alınması ve ormanların yok olmasının engellenmesi gibi insanlığı topyekün ilgilendiren başlıca sorunların giderilmesinde etkili bir şekilde hem projeler yürütmekte ve hem de farkındalık oluşturmaya çalışmaktadır[2].

 

Bunun gibi ilginç eylemleriyle faaliyette bulundukları ülkelerde genel olarak büyük tartışmalara yol açan Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ise sıtma, ebola gibi ölümcül hastalıkların yaygın olduğu yerlerdeki mücadelesi, Kosova’da yaşanan iç savaştaki etkili çalışmaları, Ruanda Çeçenistan, Vietnam, Nikaragua, Lübnan, Afganistan ve Etiyopya gibi sosyo-ekonomik ve kültürel sorunların yaşandığı ülkelerde ve Marmara Depremi gibi felaketlerde muhtaç insanlara yardım elini uzatan bir STK olarak etkin ve örnek çalışmalarından dolayı 1999’da Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştür. Bugün 18 ülkede şubesi olan Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) adlı sivil toplum kuruluşu başta  Ukrayna, Suriye ve Gazze olmak üzere, savaşın ve insanlık dramların acımasızca yaşanmaya devam ettiği kriz bölgelerinde 25.000’in üzerindeki yerli personel yanında yaklaşık 3.000 uluslararası doktor, hemşire, teknisyen, lojistik ve mali uzman barındırmaktadır[3].

 

Ülkemizde de doğal varlıkların ve çevrenin korunması, erozyonla mücadele, toprak örtüsü ve toprağın korunması ve ağaçlandırmanın önemi hakkında kamuoyunu eğitmek, bilinçlendirmek ve Türkiye’nin geleceğini güvenceye alabilmek ve bunun için  gerekli teşkilatın oluşturulmasını, yasaların çıkmasını sağlamak ve gönüllü kuruluşların öncülüğünde toplumun bütün kesimlerinin desteği ile erozyonla mücadelenin ikinci bir Kurtuluş Savaşı kabul edilerek erozyon tehlikesi ile mücadele etmek ve en önemlisi ağaç ve orman sevgisini topluma mal etmek için 11 Eylül 1992 tarihinde kurulan TEMA, sürdürülebilir yaşam ilkesiyle doğal varlıkların korunmasında; ülkenin ve dünyanın geleceğinde söz sahibi olan topraktan gelen toplumsal barışı sağlayan, bilinçli, halkla bütünleşen, öncü bir sivil toplum kuruluşu olarak, toprak erozyonu ve çölleşmeye karşı mücadelesine  yurt içinde ve yurt dışında profesyonel ve gönüllü kadrosu ile sürdürmektedir[4].

 

Yine, ülkemizde 2000 yılı içinde kurulan Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı (IBC) yurtiçi ve yurtdışında gerek kendi imkanları, gerekse başta Avrupa Birlkiği ve Birleşmiş Milletlerin çeşitli fonları olmak üzere, işbirliği yaptığı uluslararası kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde yaklaşık 24 yılı aşkın bir süredir, milliyet, etnik, din, inanış, dil, siyasi görüş, cinsiyet, yaş, cinsel yönelim, genetik veya fiziksel özelliklere bakmaksızın, tüm insanların yaşadıkları sıkıntıları hafifletmek, açlığı ve cahilliği gidermeye katkıda bulunmak için çalışmaktadır. Yerel olduğu kadar uluslararası alanda da etkinliğini artırma amacıyla, IBC 2003 senesinin Nisan ayında merkezi Cenevre’de bulunan ICVA-Uluslararası Gönüllü Kuruluşlar Birliğine üye olmuş ve 2006 senesinin Mart ayında yapılan 13. Genel Kurulda bu birliğin yönetim kuruluna seçilmiştir. Öte yandan, diğer sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içerisinde ECOSOC’un ve alt kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunmak amacıyla Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde Özel Danışmanlık Statusu için başvurmuştur. Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) uluslararası ekonomik ve sosyal meseleleri tartışmak, Birleşmiş Milletler Sistemi ve Üye Ülkelere ekonomik ve sosyal politika önerileri üretmek amacıyla merkezi bir forum işlevi görmektedir. IBC’nin “Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi Özel Danışmanlık Statüsü” 2006 senesinin Temmuz ayında onaylanmış olup halen Azerbaycan’dan Arnavutluk’a, Hindistan’dan Kosova’ya, Suriye’den Ukrayna’ya ve bugün için insanlığın vicdanının sızladığı Gazze’de savaş ve çatışma ortamının neden olduğu büyük insani felaketlerin yol açtığı acil ihtiyaçların giderilmesinde, insanlığın vicdanı olarak son derece etkili ve örnek çalışmalar yapmakta, projeler uygulamaktadır.[5]

 

Gerçekte, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde, gerekse ülkemizde uygulamakta oldukları büyük bütçeli insani yardımların yanında proje ve çalışmalarıyla, ülkemizde sosyal ve ekonomik kalkınmada örnek oluşturan, toplumsal gelişmeyi ve değişimi derinden etkileyen çok sayıda uluslarası sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının günümüzde bu derece etkin hale gelmesinde şüphesiz, günümüzün yeniden şekillenen dünyasında STK’lara yüklenen yeni rolün de önemli bir payı vardır. Bu yeni dönemde STK’lardan, ilginin giderek azaldığı ulus devletlerin bıraktığı boşluğun etkili bir şekilde doldurulmaları beklenmektedir.[6] Bununla beraber, günümüzde küreselleşmenin etkisiyle, vatandaş kavramı genişleyerek neredeyse “dünya vatandaşlığına” doğru kaymaktadır. Böylece gönüllü kuruluşların faaliyetleri de ülkelerin sınırlarının dışına çıkarak “sorumlu dünya vatandaşlığı” temelinde faaliyet göstermektedir. Çünkü günümüzün hızla gelişen ve değişen dünyasında artık ilişkiler o kadar karmaşık bir hale gelmiştir ki, dünyanın her hangi bir ülkesindeki savaş, yoksulluk, felaket, çevre sorunları gibi sorunlar yalnız o ülkeyi değil, diğer ülkelerdeki ekonomik ve sosyal alanı da etkilemektedir. Bu nedenle, bu bilinç düzeyi gönüllü kuruluşların bu kadar yaygınlaşmasının en güçlü nedenlerinden biridir.[7]

 

Günümüzün toplumsal yapısında özellikle de demokratik toplumlarda gitgide daha sağlam ve daha çok yer kapsayan sivil toplum kuruluşlarının yaptırım güçleri de gittikçe artırmaktadır. Bu gerçekten hareketle, STK’ların muazzam güçlerinin farkında olarak, sadece sosyal kalkınmada değil, demokratik yaşamın gelişmesinde de büyük bir rol oynayan gerek ulusal gerekse Uuslararası STK’ların, diğer batılı ülkelerin yaptığı gibi, ülkemizdeki faaliyet ve çalışmalarının da ülkemizin ulusal politikalarıyla paralellik taşımasının önemi ortadadır. Bu nedenle günümüzde gerek ülkemizde faaliyet gösteren ve gerekse ülkemizin uluslarası strateji ve politikaların bir parçası olan Uluslararsı STK’lar ile daha etkili bir koordinasyon ve işbirliği ortamının yaratılması da gereklidir.

 

 

 

 

[1] Binay, M (1997), “1997’de Yeni Dünya Düzeni”, 23.04.2024)

[2] https://www.greenpeace.org/international, (erişim, 23.04.2024)

[3] https://www.msf.org/(erişim, 23.04.2024)

[4] https://www.tema.org.tr/ (erişim,23.04.2024)

[5] Uluslar arası Mavi Hilal İnsani Yardım Vakfı (IBC), https://ibc.org.tr/TR/238/biz-kimiz, (erişim, 23.04.2024)

[6] Aktel, M., (2003), Küreselleşme ve Türk Kamu Yönetimi, Asil Yayın Dağıtım, Ankara:

[7] Şimşek, B., (2000), Gönüllü Kuruluşların Küreselleşmesi Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Bursa: Alfa Basım Yayın Dağıtım.

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir