
Kışkırtılmış Gözlem
Bir futbol maçı hayal etmenizi istiyorum. Bir pozisyona verilen penaltı kararı bir takımın taraftarınca “net penaltı” olarak diğer takımın taraftarınca ise “skandal” olarak nitelendirilir. Peki, neden iki taraf da gördüğünden bu kadar emindir?
Bilimde de benzer bir gerilim mevcuttur. Gözlem gerçekten tarafsız mıdır; yoksa inandıklarımız, bildiklerimiz ve beklentilerimiz gözümüzün önüne bir “kuram gözlüğü” mü koyar?
Bilimsel faaliyet çoğu zaman “gözlem yapmak-veri toplamak-çıkarımda bulunmak” gibi basit bir akış şemasına indirgenmektedir. Yakından bakıldığında zincirin ilk halkası olan “gözlem” aslında o kadar da masum olmayabilir. Gözlem bir beklenti ve kavramsal arka planla yapılmaktadır, yani gözlem sadece çıplak gözle gördüğümüz gerçeklik değil, zihnimizin filtrelerinden geçen anlamlı veridir. 19. yüzyılın büyük hekimlerinden Claude Bernard bu durumu ünlü bir sözüyle belirtmiştir;
“L’expérimentation est l’observation provoquée.”
(Deney, kışkırtılmış gözlemdir.)
Bu söz bize laboratuvardaki gözlemin tesadüfi olmadığını, hipotezlerle, kuramlarla, düşüncelerle yoğrulduğunu özetlemekte ve gözlemin “olanı” sadece görmek değil, neyi nasıl göreceğimizi organize etmek olduğunu belirtmektedir. Bütün gözlemler teori yüklüdür. Bilim insanı sadece veriyi görmez; daha önceki bilgi birikimi ona neyin anlamlı neyin önemsiz olduğuna dair bir yol haritası sunar.
Günlük hayatımızda da böyledir; ne gördüğümüz baktığımız şey kadar önceki deneyimlerimizin bize neyi görmeyi öğrettiğine bağlıdır (Thomas Kuhn, “Bilimsel Devrimlerin Yapısı, 1970). Kuram neye bakacağımızı ve bakınca ne göreceğimizi etkilemektedir. Gece havlayan bir köpek duyduğumuzda genellikle yabancı bir insanı gördüğünü (hırsız olma ihtimali yüksek) düşünürüz. Bu geçmiş deneyimlerimizden ya da başkalarının deneyimlerinden gelen hazır bir kuramdır. Açlık, yabancı bir koku alması ya da başka bir hayvanın köpeği rahatsız etmesi gibi alternatif açıklamalar gözden kaçar ya da ikinci veya üçüncü olasılık olarak aklımıza gelir. Başka bir örnek vermek gerekirse sosyal medya üzerinden izlenen aynı videonun iki farklı ideolojideki insana tam zıt şeyler çağrıştırması seçici dikkat, çerçeveleme ve beklenti konuları ile ilintilidir.
Peki bilime ve bilimsel sorgulamaya gelecek olursak; bilim tarafsız mıdır?
Bu soruya iki farklı kanattan bakmak gerekirse; ilk kanat için “EVET” diyebiliriz.
Çünkü bilim ölçüm, deney, tekrar ve eleştiri üzerine kurgulanır. Yöntemler şeffaftır ve körleme, rastgeleleme, açık-erişim, hakemlik ve tekrarlanabilirlik gibi mekanizmalar objektifliği arttırmak için tasarlanmıştır. Bilim kendini düzenleme, düzeltme kapasitesine sahiptir.
Diğer kanattan bakmak gerekirse “HAYIR”.
Çünkü bilim bir insan etkinliğidir. Finansman, kurumsal teşvikler, kariyer odakları, günün getirdikleri ve kültürel eğilimler sorulacak sorulara, yayınlanacak sonuçlara bariyer oluştururlar ve/veya onları yönlendirirler. Araştırma gündemi bazen en çok merak edilen değil en hızlı yayın çıkaran olabilir.
Bu ikilimdeki güçlük şudur; Bilim hem normatif olarak (nasıl olmalı?) hem de betimleyici (fiilin ne durumda?) düzeyde aynı zamanda düşünülmelidir. Normatif düzeyde tarafsız (objektif) olabilmek bir ideal; betimyelici olarak da tam tarafsızlık olanaksıza yakındır. Bu stresi fark edebilmek bilimi ve bilimsel bilgiyi zayıflatmaz bilakis daha sağlam bir zemine oturtur.
“Bilim tarafsız değildir.” demek kolaydır, fakat eksiktir. Bilim tam tarafsız olamaz, ancak tarafsızlık idealine kurumsal ve yöntemsel düzenekler ile yaklaşmayı amaçlar. Bilimsel bilgiyi diğer bilgi türlerinden ayıran budur; yanıldığını kabul eder. Carl Sagan da der ki;
“Science is a self-correcting process.”
(Bilim kendi kendini düzelten bir süreçtir.)
Teorilerin (kuramların) gözlemi yönlendirmesi bir zayıflık değildir, aklımızın kaçınamadığımız çalışma biçimidir. Zayıflık ise bu durumu inkar etmektir. Gücümüz ise geçmişteki bilim insanlarının yaptığı gibi bu gerçeği kabullenip eleştirel düşünceyi, açık yöntemi ve bilginin denetlenebilirliğini kurumsallaştırmaktır.
Dr. Ömer Can ÜNÜVAR
